بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
إِنَّهُۥ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْ عِبَادِى يَقُولُونَ رَبَّنَآ ءَامَنَّا فَٱغْفِرْ لَنَا وَٱرْحَمْنَا وَأَنتَ خَيْرُ ٱلرَّٰحِمِينَ ١٠٩
çünkü kullarımdan bir fırka vardı "Rabbimiz! Biz iman ettik; öyle ise bizi bağışla, bize merhamet et, sen, merhametlilerin en iyisisin." diyorlardı da.
Çünkü kullarımdan bir zümre vardı ki, onlar: Rabbımız, inandık, artık bağışla bizi, merhamet et bize. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın, diyordu.
Kullarımdan, “Ey Rabbimiz! Biz inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın” diyen bir grup var idi.
Çünkü kullarımdan bir zümre vardır ki onlar: «Ey Rabbimiz, îman etdik. Bizi yarlığa, bizi esirge. Sen esirgeyenlerin en hayırlısısın» derlerken,
Hani vaktiyle kullarımın bir bölümü 'Ey Rabb'imiz, biz sana inandık, bizi affeyle, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en iyisisin' diyorlardı.»
فَٱتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّا حَتَّىٰٓ أَنسَوْكُمْ ذِكْرِى وَكُنتُم مِّنْهُمْ تَضْحَكُونَ ١١٠
Siz onları mashara yerine tutunuz, hattâ size benim yâdımı unutturdular, onlara öyle gülüyordunuz.
Siz ise, onları alaya alıyordunuz. Öyle ki size Benim zikrimi unutturdular. Ve siz, onlara hep gülüyordunuz.
Siz ise onlarla alay ediyordunuz. O kadar ki onlar size beni anmayı unutturdu. Onlara hep gülüyordunuz.
Siz onları eğlence edindiniz. Hattâ bu, beni hatırlamayı size unutdurdu. Siz onlara (istihza ile) gülüyordunuz.
Siz onları alaya alıyordunuz. Sonunda bu tutumunuz beni anmayı size unutturdu, artık onlara hep gülüyordunuz.
إِنِّى جَزَيْتُهُمُ ٱلْيَوْمَ بِمَا صَبَرُوٓاْ أَنَّهُمْ هُمُ ٱلْفَآئِزُونَ ١١١
İşte onlara ben sabretmelerine mukabil bu gün bu mükâfatı verdim, onlardır onlar, murada erenler.
Sabrettiklerinden dolayı bugün onları mükafatlandırdım. Doğrusu onlar, kurtuluşa erenlerin kendileridir.
Sabretmiş olmaları sebebiyle, bugün ben onları mükâfatlandırdım. Şüphesiz onlar başarıya erenlerin ta kendileridir.
Ben (sizin o istihza ve ezalarınıza) sabr (ve tehammül) etdiklerine mukaabil bugün onları (mü'minleri) mükâfatlandırdım. Şübhesiz ki onlar muradlarına erenlerin ta kendileridir.
Bugün ben onlara sabretmelerinin karşılığını verdim, şimdi onlar kurtuluşa, mutluluğa ermişlerdir.
قَٰلَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِى ٱلْأَرْضِ عَدَدَ سِنِينَ ١١٢
Arzda seneler sayısı ne kadar kaldınız? Buyurur.
Buyurdu ki: Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?
Allah, (inkârcılara) “Yeryüzünde kaç sene kaldınız?” diye sorar.
Buyurdu (buyuracak :) «Yerde kaç yıl kaldınız»?
Allah, cehennemliklere der ki; «Siz yeryüzünde kaç yıl yaşadınız?»
قَالُواْ لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَسْـَٔلِ ٱلْعَآدِّينَ ١١٣
Bir gün veya bir günün birazı, sayanlara sor derler.
Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor, dediler.
Onlar, “Bir gün, ya da bir günden daha az bir süre kaldık. Hesap tutanlara sor” derler.
Dediler (diyecekler): «Bir gün, yahud bir günün bir kısmı (müddetle) kaldık. Sayanlara sor şimdi».
Cehennemlikler derler ki; «Orada ya bir gün, ya da bir günden daha az yaşadık, saymış olanlara sor.»
قَٰلَ إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا قَلِيلًاۖ لَّوْ أَنَّكُمْ كُنتُمْ تَعْلَمُونَ ١١٤
Buyurur ki bilmiş olsanız cidden pek az kaldınız.
Buyurdu ki: Çok az bir süre kaldınız. Keşki bilseydiniz.
Allah, şöyle der: “Çok az bir zaman kaldınız. Keşke bunu (daha önce) bilmiş olsaydınız.”
Buyurdu (buyuracak) ki: «Az bir zamandan (fazla) kalmadınız! (Cehennemde kalacağınız ebedî zamanları) hakıykaten bir bilseydiniz».
Allah, onlara der ki; «Orada az bir süre kaldınız. Keşki bunu vaktiyle bilmiş olsaydınız.»
أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَٰكُمْ عَبَثًا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ ١١٥
Ya zannettiniz mi ki biz, sizi sırf bir abes yarattık? ve siz, bize irca edilmeyeceksiniz?
Sizi boşuna yarattığımızı ve Bize hiç döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?
“Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”
«Ya sizi ancak boş yere yaratdığımızı ve sizin hakıykaten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız»?
Sizi boşuna yarattığımızı ve huzurumuza döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?
فَتَعَٰلَى ٱللَّهُ ٱلْمَلِكُ ٱلْحَقُّۖ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ ٱلْعَرْشِ ٱلْكَرِيمِ ١١٦
Demek ki Allah, o hak padişah yüksek çok yüksek, başka tanrı yok ancak o, o Arş’ı kerîmin Rabb’i.
Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. O'ndan başka hiç bir tanrı yoktur ve O, yüce Arş'ın Rabbıdır.
Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. O’ndan başka hiç ilâh yoktur. O, şerefli ve yüce Arş’ın Rabbidir.
(Kayıdsız şartsız) mülk (ve tasarruf) ancak kendi hakkı olan Allah (böyle abes ve zâtine yakışmayacak şeylerden) çok yücedir. Ondan başka hiçbir Tanrı yokdur. Arş-ı kerîmin Rabbidir (O).
Egemenliğin ortaksız sahibi ve gerçek olan Allah, her türlü noksanlıktan münezzehtir; O'ndan başka ilah yoktur ve yüce Arş'ın sahibidir.
وَمَن يَدْعُ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَ لَا بُرْهَٰنَ لَهُۥ بِهِۦ فَإِنَّمَا حِسَابُهُۥ عِندَ رَبِّهِۦٓۚ إِنَّهُۥ لَا يُفْلِحُ ٱلْكَٰفِرُونَ ١١٧
Ve her kim Allah’ın beraberinde diğer bir tanrı davâ ederse onun ona hiç bir bürhanı yoktur ve ancak Rabbin’in indinde hesabı vardır, hak bu ki kâfirler felâh bulmazlar.
Kim, başka bir tanrıya taparsa; onun hiç bir delili yoktur ve onun hesabı Rabbının katındadır. Gerçek şu ki, kafirler felah bulamazlar.
Kim, hakkında hiçbir delili olmadığı hâlde Allah ile birlikte başka bir ilâha taparsa, onun hesabı ancak Rabbi katındadır. Şüphesiz kâfirler asla kurtuluşa eremezler.
Kim Allah ile beraber diğer bir Tanrıya, bunu (isbat edecek) hiçbir delili olmamasına rağmen, taparsa onun hesabı (cezası) ancak Rabbi nezdindedir. Hakıykat şudur ki kâfirler korkduklarından emîn, umduklarına nail olamıyacaklardır.
Kim kanıtlayıcı bir delile dayanmadığı halde Allah'ın yanısıra başka bir ilaha taparsa onun hesabını Rabb'i görecektir. Hiç kuşkusuz kâfirler iflah olmazlar.
وَقُل رَّبِّ ٱغْفِرْ وَٱرْحَمْ وَأَنتَ خَيْرُ ٱلرَّٰحِمِينَ ١١٨
Hem şöyle de: "Rabbim, bağışla ve merhamet et! Sen merhametlilerin en iyisisin."
De ki: Rabbım, mağfiret et, merhamet et. Sen, merhamet edenlerin en hayırlısısın.
De ki: “Rabbim! Bağışla, merhamet et. Çünkü sen merhamet edenlerin en hayırlısısın!”
(Habîbim) de ki: «Ey Rabbim, (mü'minleri) yarlığa, esirge. Sen acıyanların en hayırlısısın».
De ki; «Beni affeyle, bana merhamet et, sen merhamet edenlerin en iyisisin.»