بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
قَالُوٓاْ ءَأَنتَ فَعَلۡتَ هَٰذَا بِـَٔالِهَتِنَا يَٰٓإِبۡرَٰهِيمُ ٦٢
Dediler: sen mi yaptın bunu ilâhlarımıza ya İbrahim.
Ey İbrahim; tanrılarımıza bu işi sen mi yaptın? dediler.
(İbrahim gelince) “Sen mi yaptın bunu ilâhlarımıza ey İbrahim” dediler.
«Ey Ibrâhîm, dediler, sen mi Tanrılarımıza bu işi yapdın?»
Soydaşları O'na «Ey İbrahim, bu işi ilahlarımıza sen mi yaptın?» dediler.
قَالَ بَلۡ فَعَلَهُۥ كَبِيرُهُمۡ هَٰذَا فَسۡـَٔلُوهُمۡ إِن كَانُواْ يَنطِقُونَ ٦٣
Belki dedi şu büyükleri yapmıştır, sorun bakalım onlara eğer söylerlerse.
Dedi ki: Belki onu şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorsa onlara sorun.
Dedi ki: “Hayır! Bunu şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa, onlara sorun bakalım!”
Dedi: «Belki bu işi onların şu büyüğü yapmışdır! O halde (başlarına geleni) onlara sorun, eğer söylerlerse»!
İbrahim soydaşlarına dedi ki; «Aslında bu işi şu en büyükleri yapmıştır. Bunu onların kendilerine sorunuz. Tabii ki, eğer konuşabiliyorlarsa.»
فَرَجَعُوٓاْ إِلَىٰٓ أَنفُسِهِمۡ فَقَالُوٓاْ إِنَّكُمۡ أَنتُمُ ٱلظَّٰلِمُونَ ٦٤
Bunun üzerine vicdanlarına müracaat ettiler de dediler: doğrusu siz haksızsınız. Sonra yine tepeleri üstü ters döndüler, sen cidden bilirsin ki bunlar söylemez dediler.
Bunun üzerine kendilerine dönüp dediler ki: Hiç şüphesiz zalimler sizsiniz siz.
Bunun üzerine birbirlerine dönüp, “Hiç şüphesiz asıl zalimler sizsiniz siz” dediler.
Bunun üzerine vicdanlarına dönüb (birbirlerine) dediler ki: «Hiç şübhesiz (asıl) zaalimler sizsiniz, siz»!
Bunun üzerine vicdanlarına başvurarak birbirlerine «asıl zalimler sizlersiniz» dediler.
ثُمَّ نُكِسُواْ عَلَىٰ رُءُوسِهِمۡ لَقَدۡ عَلِمۡتَ مَا هَٰٓؤُلَآءِ يَنطِقُونَ ٦٥
Bunun üzerine vicdanlarına müracaat ettiler de dediler: doğrusu siz haksızsınız. Sonra yine tepeleri üstü ters döndüler, sen cidden bilirsin ki bunlar söylemez dediler.
Sonra eski kafalarına döndürüldüler: Bunların konuşamayacağını, andolsun ki; sen de bilirsin, dediler.
Sonra eski inanç ve inatlarına döndüler ve, “Andolsun, bunların konuşmayacağını sen de bilirsin” dediler.
Sonra yine (eski) kafalarına döndürüldüler; «Andolsun ki bunların söz söylemeyeceğini sen de bilirsin» dediler.
Fakat sonra yine eski dik kafalılıklarına dönerek İbrahim'e «Sen de iyi bilirsin ki, bunlar konuşamazlar,» dediler.
قَالَ أَفَتَعۡبُدُونَ مِن دُونِ ٱللَّهِ مَا لَا يَنفَعُكُمۡ شَيۡـٔٗا وَلَا يَضُرُّكُمۡ ٦٦
O halde dedi: Allah’ı bırakıp da size hiç bir faide veremiyecek, zarar da edemiyecek nesnelere mi tapıyorsunuz?
Dedi ki: O halde Allah'ı bırakıp da size hiç bir fayda veya zarar veremeyecek şeylere ne diye taparsınız?
İbrahim, şöyle dedi: “Öyle ise siz, (hâlâ) Allah’ı bırakıp da, size hiçbir fayda, hiçbir zarar veremeyecek şeylere mi tapacaksınız?”
(Ibrâhîm) dedi: «Öyleyse Allâhı bırakıb da size hiçbir şeyle ne fâide, ne zarar yapamayacak olan (bu put) lara haalâ tapacak mısınız»?
Bunun üzerine İbrahim dedi ki; «Allah'ı bırakıp size ne fayda ve ne de zarar dokunduramayan bu putlara mı tapıyorsunuz?»
أُفّٖ لَّكُمۡ وَلِمَا تَعۡبُدُونَ مِن دُونِ ٱللَّهِۚ أَفَلَا تَعۡقِلُونَ ٦٧
Yuf size ve Allah’dan başka taptıklarınıza! hâlâ akıllanmıyacak mısınız?
Yuh olsun size ve Allah'tan başka taptıklarınıza. Daha akıllanmayacak mısınız?
“Yazıklar olsun, size de; Allah’ı bırakıp tapmakta olduklarınıza da! Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?”
«Yuf size ve Allâhı bırakıb tapmakda olduklarınıza! Akıllanmayacak mısınız siz»?
Yuh olsun size ve Allah'ı bir yana bırakıp taptığınız putlarınıza! Sizin hiç kafanız çalışmıyor mu?
قَالُواْ حَرِّقُوهُ وَٱنصُرُوٓاْ ءَالِهَتَكُمۡ إِن كُنتُمۡ فَٰعِلِينَ ٦٨
Siz bunu, dediler: yakın da ilâhlarınızın öcünü alın, bir iş yapacaksınız.
Onlar: Bir şey yapacaksanız şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin, dedi
(İçlerinden bazıları), “Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın da ilâhlarınıza yardım edin” dediler.
Dediler: «Ona yakın! (bu suretle) Tanrılarınıza yardım edin, eğer (bir iş) yapanlarsanız».
O zaman soydaşları «Eğer ilahlarınızın tarafını tutacaksanız İbrahim'i ateşe atınız da böylece onları destekleyiniz» dediler.
قُلۡنَا يَٰنَارُ كُونِي بَرۡدٗا وَسَلَٰمًا عَلَىٰٓ إِبۡرَٰهِيمَ ٦٩
Ey nâr, serin ve selâmet ol İbrahim’e dedik.
Biz de: Ey ateş; İbrahim'e serin ve selamet ol, dedik.
“Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol” dedik.
Biz de dedik: «Ey ateş, Ibrâhîme karşı serin ve selâmet ol».
Bunun üzerine biz dedik ki; «Ey ateş, İbrahim'e karşı yakıcılığını yitir, O'na zarar verme.»
وَأَرَادُواْ بِهِۦ كَيۡدٗا فَجَعَلۡنَٰهُمُ ٱلۡأَخۡسَرِينَ ٧٠
Ona bir dolap kurmak istediler, biz de daha ziyade kendilerini husrâna düşürdük.
Ona düzen kurmak istediler. Ama Biz, onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.
Ona böyle bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları en çok zarar edenler durumuna düşürdük.
Ona (böyle) bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz kendilerini daha ziyâde hüsrana düşenler (den) kıldık.
Onlar O'nu tuzağa düşürmek istediler. Biz ise onları en ağır hüsrana uğrattık.
وَنَجَّيۡنَٰهُ وَلُوطًا إِلَى ٱلۡأَرۡضِ ٱلَّتِي بَٰرَكۡنَا فِيهَا لِلۡعَٰلَمِينَ ٧١
Ve onu Lût ile beraber kurtarıp içinde âlemîne bereketler verdiğimiz arz’a çıkardık.
Onu da, Lut'u da alemler için mübarek kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık
Onu Lût ile beraber kurtarıp, içinde âlemler için bereketler kıldığımız yere ulaştırdık.
Onu da, Lutu da — içinde âlemler için bereketler verdiğimiz arza (ulaşdırıb) — kurtardık.
Arkasından İbrahim'i, Lut ile birlikte kurtararak onları insanlar için verimli ve bereketli kıldığımız bir bölgeye yerleştirdik.
وَوَهَبۡنَا لَهُۥٓ إِسۡحَٰقَ وَيَعۡقُوبَ نَافِلَةٗۖ وَكُلّٗا جَعَلۡنَا صَٰلِحِينَ ٧٢
Ve ona İshak’ı ihsan ettik, fazla olarak Yakubu da ve her birini salihînden kıldık.
Ona İshak'ı, üstelik bir de Yakub'u ihsan ettik. Ve her birini salih kimseler kıldık.
Ona İshak’ı ve ayrıca da Yakub’u bağışladık ve her birini salih kimseler yaptık.
Ona (İbrâhîme) Ishaakı, üstelik bir de Ya'kuubu ihsan etdik ve (bunların) her birini saalih (zât) ler yapdık.
Üstelik İbrahim'e, İshak'ı ve fazladan bir bağış olarak Yakub'u lütfettik ve hepsini de salih kimseler yaptık.