بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

إِنَّ ٱلَّذِينَ سَبَقَتْ لَهُم مِّنَّا ٱلْحُسْنَىٰٓ أُوْلَٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَ ﴿١٠١

Şüphe yok ki haklarında bizden husnâ sebkedenler, bunlar, ondan uzaklaştırilmışlardır.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Şüphesiz ki daha önce, kendilerine Bizden güzellik vaadi geçmiş olanlar; bunlar, oradan uzaklaştırılmışlardır.

— İbni Kesir

Şüphesiz kendileri için tarafımızdan en güzel mükâfat hazırlanmış olanlar var ya; işte bunlar cehennemden uzaklaştırılmışlardır.

— Diyanet İşleri

Şübhe yok ki kendileri için bizden en güzel (bir seâdet) sebk etmiş (takdîr edilmiş) olanlar, işte bunlar oradan (cehennemden) uzaklaşdırılmışlardır.

— Hasan Basri Çantay

Daha önce akıbetlerinin iyi olacağını takdir ettiğimiz kimselere gelince, onlar cehennemden uzak tutulacaklardır.

— Seyyid Kutub

لَا يَسْمَعُونَ حَسِيسَهَاۖ وَهُمْ فِى مَا ٱشْتَهَتْ أَنفُسُهُمْ خَٰلِدُونَ ﴿١٠٢

Ve bunlar canlarının istediğinde muhalled kalacaklardır.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Onun uğultusunu duymazlar. Canlarının istediği şeyler içinde temelli kalırlar.

— İbni Kesir

Onlar cehennemin hışıltısını bile duymazlar. Canlarının istediği nimetler içinde ebedî olarak kalırlar.

— Diyanet İşleri

Bunlar gönüllerinin dilediği (ni'metler) içinde ebedî (yaşamlarken onun (cehennemin) gizli sesini bile duymazlar.

— Hasan Basri Çantay

Onlar cehennem ateşinin uğultusunu duymazlar ve ebedi olarak canlarının çektiği nimetler içinde kalırlar.

— Seyyid Kutub

لَا يَحْزُنُهُمُ ٱلْفَزَعُ ٱلْأَكْبَرُ وَتَتَلَقَّىٰهُمُ ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ هَٰذَا يَوْمُكُمُ ٱلَّذِى كُنتُمْ تُوعَدُونَ ﴿١٠٣

O feze-ı ekber bunları mahzun etmeyecek ve bunları melekler şöyle karşılayacaklar: bu işte sizin o gününüz ki vaadolunuyordunuz.

— Elmalılı Hamdi Yazır

O en büyük korku bile onları tasalandırmaz. Melekler onları: Size söz verilen gün, işte bu gündür, diye karşılarlar.

— İbni Kesir

En büyük korku bile onları tasalandırmaz ve melekler onları, “İşte bu, size vaad edilen (mutlu) gününüzdür” diyerek karşılarlar.

— Diyanet İşleri

O en büyük korku bunları asla tasaya düşürmez. Bunları melekler karşılayarak: «Bu, size (dünyâda) va'd olunan (mutlu) gününüzdür» (diye cennet kapıları önünde tebrik ederler).

— Hasan Basri Çantay

Onları o en büyük korku ürkütmez. Melekler kendilerini «Bugün, size vaktiyle vadedilen gündür» diyerek karşılarlar.

— Seyyid Kutub

يَوْمَ نَطْوِى ٱلسَّمَآءَ كَطَىِّ ٱلسِّجِلِّ لِلْكُتُبِۚ كَمَا بَدَأْنَآ أَوَّلَ خَلْقٍ نُّعِيدُهُۥۚ وَعْدًا عَلَيْنَآۚ إِنَّا كُنَّا فَٰعِلِينَ ﴿١٠٤

O gün ki Semâ’yı kitaplar için defter dürer gibi düreceğiz evvel başladığımız gibi halkı iade edeceğiz, uhdemizde bir vaad, şüphe yok ki biz yaparız.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Göğü kitab dürer gibi düreceğimiz gün; yaratmaya ilk başladığımız gibi katımızdan verilmiş bir vaad olarak onu yeniden var edeceğiz. Doğrusu Biz, yapanlar olduk.

— İbni Kesir

Yazılı kâğıt tomarlarının dürülmesi gibi göğü düreceğimiz günü düşün. Başlangıçta ilk yaratmayı nasıl yaptıysak, -üzerimize aldığımız bir vaad olarak- onu yine yapacağız. Biz bunu muhakkak yapacağız.

— Diyanet İşleri

(Yâdet) o günü ki biz göğü, kitabların sahîfesini dürüb büker gibi, düreceğiz. ilk yaratışa nasıl başladıksa, üzerimizde (hak) bir va'd olarak, yine onu iade edeceğiz. Hakıykatde faailler biziz.

— Hasan Basri Çantay

O gün göğü, yazılı sayfaların dürüldüğü gibi düreriz. Varlıkları ilk başta nasıl yarattıksa, onları aynı şekilde yeni baştan diriltiriz. Bu yerine getirmeyi üstlendiğimiz bir sözdür. Biz onu mutlaka yaparız.

— Seyyid Kutub

وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِى ٱلزَّبُورِ مِنۢ بَعْدِ ٱلذِّكْرِ أَنَّ ٱلْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِىَ ٱلصَّٰلِحُونَ ﴿١٠٥

Şanım Hakk’ı için zikirden sonra Zebur’da da yazmıştık: ki her halde arz, ona benim salih kullarım vâris olacaktır.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Andolsun ki; Zikir'den sonra Zebur'da da yazdık ki: Yeryüzüne ancak salih kullarım varis olur.

— İbni Kesir

Andolsun, Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebûr’da da, “Yere muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır” diye yazmıştık.

— Diyanet İşleri

Andolsun, Tevrâtdan sonra Zebur da da yazmışızdır ki arza (ancak) saalih kullarım mîrascı olur.

— Hasan Basri Çantay

Andolsun ki, nezdimizdeki saklı belgelerden sonra peygamberlere indirdiğimiz kutsal kitaplara da «Ancak salih, yapıcı kullar yeryüzünün varisleri olabilirler» diye yazdık.

— Seyyid Kutub

إِنَّ فِى هَٰذَا لَبَلَٰغًا لِّقَوْمٍ عَٰبِدِينَ ﴿١٠٦

Şüphe yok ki bunda âbid bir kavim için kâfi bir öğüd vardır.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Doğrusu bunda ibadet edenler için, tebliğ vardır.

— İbni Kesir

Şüphesiz bunda Allah’a kulluk eden bir toplum için yeterli bir mesaj vardır.

— Diyanet İşleri

Şübhe yok ki bu (Kur'an) da âbidler zümresi için (umduklarına) ulaşma (çâreleri) vardır.

— Hasan Basri Çantay

Hiç kuşkusuz bu Kur'an'da Allah'a kulluk edenler için yeterli olacak nitelikte bilgi ve mesaj vardır.

— Seyyid Kutub

وَمَآ أَرْسَلْنَٰكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَٰلَمِينَ ﴿١٠٧

Ve seni sâde âlemîne rahmet olarak göndermişizdir.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Biz, seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.

— İbni Kesir

(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.

— Diyanet İşleri

Biz, seni (Habîbim) âlemlere (başka bir şey için değil) ancak rahmet için gönderdik.

— Hasan Basri Çantay

Biz seni tüm alemlere rahmet olarak gönderdik.

— Seyyid Kutub

قُلْ إِنَّمَا يُوحَىٰٓ إِلَىَّ أَنَّمَآ إِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَٰحِدٌۖ فَهَلْ أَنتُم مُّسْلِمُونَ ﴿١٠٨

De ki: bana sade vahyolunuyor ki: ilâhınız ancak bir ilâhdır, şimdi siz müslüman oluyor musunuz?

— Elmalılı Hamdi Yazır

De ki: Gerçekten bana, sizin tanrınızın yalnızca bir tek tanrı olduğu vahyolunuyor. Artık Müslüman olacak mısınız?

— İbni Kesir

De ki: “Bana ancak, ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık müslüman oluyor musunuz?”

— Diyanet İşleri

De ki: «Bana sâde Tanrınızın ancak bir Tanrı olduğu vahy olunuyor. Artık siz (bu vech ile) müslüman oluyor musunuz»?

— Hasan Basri Çantay

Müşriklere de ki; «Bana ilahınızın tek Allah olduğu vahyolundu. Siz bu ilkeyi benimseyip müslüman oluyor musunuz»

— Seyyid Kutub

فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُلْ ءَاذَنتُكُمْ عَلَىٰ سَوَآءٍۖ وَإِنْ أَدْرِىٓ أَقَرِيبٌ أَم بَعِيدٌ مَّا تُوعَدُونَ ﴿١٠٩

Bunun üzerine aldırmazlarsa o halde de de ki: size düpedüz ilân ettim, ve bilmem bu size edilen vaad-ü vaîd pek yakın mi, yoksa uzak mı?

— Elmalılı Hamdi Yazır

Şayet yüz çevirirlerse; de ki: Ben, size eşitlik üzere bildirdim. Artık tehdid edildiğiniz şeyin yakın mı, uzak mı olduğunu bilmem.

— İbni Kesir

Eğer yüz çevirirlerse, de ki: “(Bana emrolunanı, ayırım yapmadan) size eşit olarak bildirdim. Tehdit edildiğiniz şey yakın mı yoksa uzak mı, bilmiyorum.”

— Diyanet İşleri

Eğer (Bu teklife karşı) onlar (yine) yüz çevirirlerse (o vakit da) de ki: «Size (hakıykatları) müsavat üzere bildirdim. Tehdîd edilmekde olduğunuz (o korkunç akıbet) yakın mı, yoksa uzak mı, ben bilmem».

— Hasan Basri Çantay

Eğer bu çağrına sırt çevirirlerse onlara de ki; «Bana gelen mesajı duyurarak bu konuda sizi kendimle eşit bilgi düzeyine erdirdim. Size yöneltilen tehdit yakın mıdır, yoksa uzak mıdır, onu bilemem.»

— Seyyid Kutub

إِنَّهُۥ يَعْلَمُ ٱلْجَهْرَ مِنَ ٱلْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ ﴿١١٠

Şüphe yok ki o, söylenenden, açığa vurulanı da bilir gizlediğinizi de bilir.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Doğrusu O, sözün açığa vurulanını da bilir, gizlediklerinizi de bilir.

— İbni Kesir

“Şüphesiz, Allah sözün açığa vurulanını da bilir, gizlediğinizi de bilir.”

— Diyanet İşleri

«Hiç şübhesiz ki sözün açığını da O biliyor, gizlemekde olduğunuzu da O biliyor».

— Hasan Basri Çantay

Hiç kuşkusuz Allah, açıkça söylediğiniz sözleri bildiği gibi içinizde sakladığınız duyguları da bilir.

— Seyyid Kutub

وَإِنْ أَدْرِى لَعَلَّهُۥ فِتْنَةٌ لَّكُمْ وَمَتَٰعٌ إِلَىٰ حِينٍ ﴿١١١

Ve bilmem belki bu-mühlet-sizin için bir imtihan ve vakta kadar bir istifadedir.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Bilmem. Belki bu, sizin için bir deneme ve bir süreye kadar yararlanmadır.

— İbni Kesir

“Bilmem! Belki bu (mühlet) sizin için bir imtihan ve bir vakte kadar yararlanmadır.”

— Diyanet İşleri

«Ben bilmem. Belki bu (mühlet) sizin için bir imtihandır, bir zamana kadar bir fâidelenmedir, (bir geçinmedir)».

— Hasan Basri Çantay

Bilemem; belki de azabınızın ertelenmesi sizin sınavdan geçirilmeniz ve belirli bir sürenin sonuna kadar dünya nimetlerinden yararlandırılmanız içindir.

— Seyyid Kutub

AYARLAR