بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
إِنَّنِيٓ أَنَا ٱللَّهُ لَآ إِلَٰهَ إِلَّآ أَنَا۠ فَٱعۡبُدۡنِي وَأَقِمِ ٱلصَّلَوٰةَ لِذِكۡرِيٓ ١٤
Hakikaten benim ben Allah, benden başka ilâh yok.
Şüphesiz ki Ben; Allah'ım. Benden başka hiç bir ilah yoktur. Öyleyse Bana ibadet et ve Beni anmak için namaz kıl.
“Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.”
Şübhe yok ki Allah, ben im, ben. Benden başka hiçbir Tanrı yokdur. Öyleyse bana ibâdet et, beni hatırlamak ve anmak için dosdoğru namaz kıl.
Hiç kuşkusuz ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Öyleyse bana kulluk et. Beni anmak için namaz kıl.
إِنَّ ٱلسَّاعَةَ ءَاتِيَةٌ أَكَادُ أُخۡفِيهَا لِتُجۡزَىٰ كُلُّ نَفۡسِۭ بِمَا تَسۡعَىٰ ١٥
Onun için bana ibadet et ve zikrim için namaz kıl.
Çünkü kıyamet muhakkak gelecektir. Her nefis işlediğinin karşılığını görsün diye onu neredeyse gizliyorum.
“Kıyamet mutlaka gelecektir. Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, neredeyse onu gizleyecek (geleceğinden hiç söz etmeyecek)tim.”
Çünkü o saat şübhesiz gelecekdir. Ben onu (n vaktini) hemen açıklayacağım geliyor ki herkes neye çalışıyorsa kendisine onunla mukaabele edilmiş olsun.
Herkes yaptıklarının karşılığını görsün diye kıyamet anı kesinlikle gelecektir. Ben o anı neredeyse gizli tuttum.
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنۡهَا مَن لَّا يُؤۡمِنُ بِهَا وَٱتَّبَعَ هَوَىٰهُ فَتَرۡدَىٰ ١٦
Çünkü saat muhakkak gelecek, ben, hemen hemen onu gizliyorum ki her nefis sa'y ile cezalansın, binaenaleyh sakın ona inanmayıp da kendi hevasına uyan kimse seni ondan alıkoymasın sonra helâk olursun.
Ona inanmayan ve hevesine uyan kimse, seni bundan alıkoymasın, yoksa helak olursun.
“Buna inanmayan ve nefsinin arzusuna uyan kimseler, seni ondan (ona hazırlanmaktan) sakın alıkoymasın, sonra helâk olursun!”
Binâen'aleyh ona inanmaz ve hevâ (ve heves) ine uyar kimseler sakın seni bundan alıkoymasın (lar). Sonra helak olursun.
Bu anın geleceğine inanmayanlar, ihtiraslarının tutsağı olanlar seni onun bilincinden uzaklaştırmasın. Yoksa mahvolursun, aşağı düşersin.
وَمَا تِلۡكَ بِيَمِينِكَ يَٰمُوسَىٰ ١٧
O yeminindeki de ne ya Musâ?
O sağ elindeki de nedir ey Musa?
“Şu sağ elindeki nedir ey Mûsâ?”
Musa, o sağ elindeki ne?
Sağ elindeki nedir, ya Musa.
قَالَ هِيَ عَصَايَ أَتَوَكَّؤُاْ عَلَيۡهَا وَأَهُشُّ بِهَا عَلَىٰ غَنَمِي وَلِيَ فِيهَا مَـَٔارِبُ أُخۡرَىٰ ١٨
O dedi: asâm, üzerine dayanırım ve onunla davarlarıma yaprak çırparım, benim onda daha diğer hacetlerim de vardır.
Dedi ki: O benim değneğimdir. Ona dayanırım, onunla davarıma yaprak silkerim ve daha bir çok işlerde ondan faydalanırım.
Mûsâ dedi ki: “O benim değneğimdir. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim. Onunla başka işlerimi de görürüm.”
(Musa) dedi: «O, benim asamdır. Ona dayanırım. Onunla davarlarıma yaprak silkerim. Onda bana mahsus başkaca haacetler de vardır».
Musa dedi ki; «O benim değneğimdir. Ona dayanırım. Onunla koyunlarıma yaprak silkerim. Bunlar dışında daha birçok işime de yarar o.»
قَالَ أَلۡقِهَا يَٰمُوسَىٰ ١٩
Buyurdu ki bırak onu ya Musâ!
Buyurdu: Ey Musa bırak onu.
Allah, “Onu yere at ey Mûsâ!” dedi.
Buyurdu: «Musa, onu (elinden) bırak».
Allah «onu yere at!» dedi.
فَأَلۡقَىٰهَا فَإِذَا هِيَ حَيَّةٞ تَسۡعَىٰ ٢٠
Bıraktı ne baksın o bir yılan olmuş koşuyor.
O da bıraktı. Bir de ne görsün; o, hemen koşan bir yılan oluvermiş.
Mûsâ da onu attı. Bir de ne görsün o, hızla akan bir yılan olmuş!
O da bunu bırakdı. Bir de ne görsün: Koşub duran bir yılan (olmuş) dur o!
Musa değneği yere atıverdi. Birde ne görsün! Ansızın sürünen bir yılan oluvermiş!
قَالَ خُذۡهَا وَلَا تَخَفۡۖ سَنُعِيدُهَا سِيرَتَهَا ٱلۡأُولَىٰ ٢١
Tut onu, buyurdu: ve korkma biz onu evvelki sîretine iade edeceğiz.
Buyurdu: Tut onu korkma. Biz onu yine eski durumuna çevireceğiz.
Allah, şöyle dedi: “Tut onu. Korkma! Biz, onu yine eski durumuna döndüreceğiz.”
Buyurdu: «Tut onu, korkma. Biz onu yine evvelki şekline çevireceğiz».
Allah dedi ki; «Al onu yerden, korkma, biz onu eski haline dönüştüreceğiz»
وَٱضۡمُمۡ يَدَكَ إِلَىٰ جَنَاحِكَ تَخۡرُجۡ بَيۡضَآءَ مِنۡ غَيۡرِ سُوٓءٍ ءَايَةً أُخۡرَىٰ ٢٢
Bir de elini koynuna sok, çıksın bembeyaz bir afetsiz diğer bir âyet olarak.
Elini de koltuğunun altına koy ki; diğer bir mucize olarak kusursuz, bembeyaz çıksın.
(22-23) “Sana büyük mucizelerimizden birini daha göstermemiz için elini koynuna sok ki bir başka mucize olarak, (alaca hastalığı gibi) bir hastalık sebebiyle olmaksızın bembeyaz bir hâlde çıksın.”
«Bir de elini koynuna sok da, diğer bir mu'cize olmak üzere, o, ayıbsız ve bembeyaz bir halde çıkıversin».
Elini yenine sok da hiçbir organik bozukluk sonucu olmaksızın bir başka mucize olarak ak bir parıltı ile geri çıksın.
لِنُرِيَكَ مِنۡ ءَايَٰتِنَا ٱلۡكُبۡرَى ٢٣
Ki sana en büyük âyetlerimizden gösterelim.
Bununla sana daha büyük mucizelerimizi gösterelim.
(22-23) “Sana büyük mucizelerimizden birini daha göstermemiz için elini koynuna sok ki bir başka mucize olarak, (alaca hastalığı gibi) bir hastalık sebebiyle olmaksızın bembeyaz bir hâlde çıksın.”
«Tâki sana en büyük âyetlerimizden (birini daha) gösterelim».
Böylece sana birkaç büyük mucizemizi göstermek istedik.
ٱذۡهَبۡ إِلَىٰ فِرۡعَوۡنَ إِنَّهُۥ طَغَىٰ ٢٤
Git Firavun’a zira o pek azdı.
Firavun'a git, doğrusu o, azmıştır.
“Firavun’a git, çünkü o azmıştır.”
«Fir'avna git. Çünkü o, hakıykaten azdı».
Şimdi sen Firavun'a git. Çünkü o gerçekten azıttı.»