بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
۞ وَإِذِ ٱسۡتَسۡقَىٰ مُوسَىٰ لِقَوۡمِهِۦ فَقُلۡنَا ٱضۡرِب بِّعَصَاكَ ٱلۡحَجَرَۖ فَٱنفَجَرَتۡ مِنۡهُ ٱثۡنَتَا عَشۡرَةَ عَيۡنٗاۖ قَدۡ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٖ مَّشۡرَبَهُمۡۖ كُلُواْ وَٱشۡرَبُواْ مِن رِّزۡقِ ٱللَّهِ وَلَا تَعۡثَوۡاْ فِي ٱلۡأَرۡضِ مُفۡسِدِينَ ٦٠
Ve bir vakit Musa, kavmi için su dilemişti, biz de asan ile taşa vur demiştik, onun üzerine ondan on iki pınar fışkırdı, her kısım insanlar kendi su alacağı menbaı bildi, Allah’ın rızkından yeyin, için de müfsitlik ederek yer yüzünü fesada vermeyin.
Hani, bir vakit Musa, kavmi için su arayınca; asanla taşa vur, demiştik de, taştan oniki çeşme fışkırmış, her zümre su alacağı yeri öğrenmişti. Allah'ın rızkında yeyin, için, yalnız yeryüzünde bozgunculuk yaparak, karışıklık çıkarmayın.
Hani, Mûsâ kavmi için su dilemişti. Biz de, “Asanı kayaya vur” demiştik, böylece kayadan on iki pınar fışkırmış, her boy kendi su alacağı pınarı bilmişti. “Allah’ın rızkından yiyin, için. Yalnız, yeryüzünde bozgunculuk yaparak fesat çıkarmayın” demiştik.
Bir de hani Musa, («Tîh» de susayan) kavmi için su arayınca: «Asaanı taşa vur demişdik de ondan (on iki sıbt adedince) on iki pınar kaynamış ve her sınıf, su alacağı yeri öğrenmişdi. (Demişdik ki) «Allanın rızkından yeyin, için. (Fakat) yer yüzünde fesadcılar olarak taşkınlık yapmayın».
Hani Musa kavmi için su istedi de kendisine, «Elindeki değneği şu taşa vur» dedik. Bunun üzerine o taştan oniki tane pınar fışkırıvermişti. Her grubun hangi pınardan su içeceği belirlenmişti. «Allah'ın size bağışladığı rızıklardan yiyin, için ve yeryüzünde kargaşalık çıkararak azıtmayın» dedik.
وَإِذۡ قُلۡتُمۡ يَٰمُوسَىٰ لَن نَّصۡبِرَ عَلَىٰ طَعَامٖ وَٰحِدٖ فَٱدۡعُ لَنَا رَبَّكَ يُخۡرِجۡ لَنَا مِمَّا تُنۢبِتُ ٱلۡأَرۡضُ مِنۢ بَقۡلِهَا وَقِثَّآئِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۖ قَالَ أَتَسۡتَبۡدِلُونَ ٱلَّذِي هُوَ أَدۡنَىٰ بِٱلَّذِي هُوَ خَيۡرٌۚ ٱهۡبِطُواْ مِصۡرٗا فَإِنَّ لَكُم مَّا سَأَلۡتُمۡۗ وَضُرِبَتۡ عَلَيۡهِمُ ٱلذِّلَّةُ وَٱلۡمَسۡكَنَةُ وَبَآءُو بِغَضَبٖ مِّنَ ٱللَّهِۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمۡ كَانُواْ يَكۡفُرُونَ بِـَٔايَٰتِ ٱللَّهِ وَيَقۡتُلُونَ ٱلنَّبِيِّـۧنَ بِغَيۡرِ ٱلۡحَقِّۚ ذَٰلِكَ بِمَا عَصَواْ وَّكَانُواْ يَعۡتَدُونَ ٦١
Ve bir vakit "ya Musa biz bir türlü yemeğe kabil değil katlanamıyacağız, artık bizim için Rabbine dua et, bize arzın yetiştirdiği şeylerden: Sebzesinden, kabağından, sarmısağından, mercimeğinden, soğanından çıkarsın" dediniz, ya: O hayırlı olanı o daha aşağı olanla değişmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya inin o vakit size istediğiniz var" dedi, üzerlerinede zillet ve meskenet binası kuruldu ve nihayet Allah’dan bir gadaba değdiler, evet öyle: Çünkü Allah’ın ayetlerine küfrediyorlar ve haksızlıkla peygamberleri öldürüyorlardı, evet öyle: Çünkü isyana daldılar ve aşırı gidiyorlardı.
Hani; siz, Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe elbette dayanamayız. Rabbına dua et de bizim için yerde yetişen samısak, sebze, acur, mercimek ve soğan bitirsin, demiştiniz, Musa da; siz bayağı olan şeyle hayırlı olanı değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyleyse bir şehre inin, istediğiniz şeyler vardır, demişti.
Hani, “Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin” demiştiniz. O da size, “İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var” demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların; Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmek ve aşırı gitmekte oluşlarıydı.
Hani siz : «Ey Musa, bir çeşid yemeğe (kudret helvasiyle bıldırcın etine), mümkin değil, dayanamayız. O halde bizim için Rabbine duâ et de yerin bitirdiği şeylerden, sebze, acur, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın» demişdiniz. (Musa da): «O hayırlı olanı şu daha aşağı olanla değişdirmek mi istiyorsunuz? (öyle ise) bir şehre inin, çünkü (orada) size istediğiniz (sebzeler) var» demişdi. Onların üzerine horluk ve yoksulluk vuruldu. Allahdan bir gazaba da uğradılar. Bu, onların Allahın âyetlerini inkâr etdiklerinden, Peygamberlerini haksız yere öldürdüklerindendi. Bu, isyan eylediklerinden ve (meaasîde) aşırı gitdiklerindendi.
Hani siz: “Ey Musa, bir çeşit yemeğe elbette dayanamayız. Rabb’ine dua et de yerin bitirdiği sebze, acur, sarımsak, mercimek ve soğandan bizim için de çıkarsın.” demiştiniz. Musa da: “Siz bayağı olan şeyle hayırlı olan şeyi değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise bir şehre inin. Sizin için istediğiniz şeyler vardır.” demişti. Onların üstüne horluk ve yoksulluk vuruldu. Allah’tan bir gazaba da uğradılar. Bu, şüphesiz ki Allah’ın ayetlerini inkar ettiklerinden, peygamberlerini de haksız yere öldürdüklerinden idi. İşte bu ceza, isyan ettiklerinden, aşırı gittiklerinden dolayı idi.
إِنَّ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَٱلَّذِينَ هَادُواْ وَٱلنَّصَٰرَىٰ وَٱلصَّٰبِـِٔينَ مَنۡ ءَامَنَ بِٱللَّهِ وَٱلۡيَوۡمِ ٱلۡأٓخِرِ وَعَمِلَ صَٰلِحٗا فَلَهُمۡ أَجۡرُهُمۡ عِندَ رَبِّهِمۡ وَلَا خَوۡفٌ عَلَيۡهِمۡ وَلَا هُمۡ يَحۡزَنُونَ ٦٢
Şüphe yok ki iman edenler ve Yahudîler, Nasranîler, Sabiîler bunlardan her kim Allah’a ve Ahiret gününe hakikaten iman eder ve salih bir amel işlerse elbette bunların Rableri yanında ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun olacak değillerdir.
Şüphesiz ki Mü'minler, Yahudiler, Nasrani ve Sabiilerden; kim Allah'a ve ahiret gününe inanıp, salih amelde bulunursa, elbette onların Rabları katında mükafaatları vardır. Hem onlara bir korku yoktur, mahzun da olacak değildirler.
Şüphesiz, inananlar (Müslümanlar) ile Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden (her bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için Rableri katında mükâfat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar, mahzun da olmayacaklardır” (diye hükmedilmiştir).
Şübhe yok ki (senden evvel peygamberlere) îman edenler (olsun, Musa dînini kabul eden) Yahudiler (olsun), Nasrânî (Hiristiyan) ve Sabiîler (olsun) kim (peygamberin şerîatine göre) Allaha ve âhiret gününe inanır, bununla beraber (o şerîatin emri vech ile) saalih (iyi) amel (ve hareket) de bulunursa elbette onların Rableri katında ecirleri (mükâfatları) vardır. Hem onlara bir korku da yokdur, onlar mahzun da olacak değillerdir.
Müminler ile yahudi, hıristiyan ve sabiilerden Allah'a ve Ahiret gününe inanıp iyi ameller işleyenler, hiç şüphesiz, Rabbleri katında mükâfatlarını alacaklardır; onlar için korku yoktur; onlar artık hiç üzülmeyeceklerdir.
وَإِذۡ أَخَذۡنَا مِيثَٰقَكُمۡ وَرَفَعۡنَا فَوۡقَكُمُ ٱلطُّورَ خُذُواْ مَآ ءَاتَيۡنَٰكُم بِقُوَّةٖ وَٱذۡكُرُواْ مَا فِيهِ لَعَلَّكُمۡ تَتَّقُونَ ٦٣
Bir vakit de misakınızı almıştık, ve Tur’u üstünüze kaldırıp demiştik ki verdiğmiz kitabı kuvvetle tutun ve içindekinden gafil olmayın, gerek ki korunursunuz.
Hani sizden sapasağlam söz almıştık. Tur'u da üstünüze kaldırmıştık. Size veridğimize sımsıkı sarılın, onda olanları hatırlayın ki sakınmış olasınız.
Hani, (Tevrat ile amel edeceğinize dair) sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağını da tepenize dikmiş ve “Sakınasınız diye, size verdiğimiz Kitab’ı sıkı tutun, onun içindekileri düşünün (gafil olmayın)” demiştik.
Hani sizden (Tevrat ile âmil olacağınıza dâir) sapasağlam söz almışdık, «Tur» u da (tepenize iniverecek bir durumda) üstünüze kaldırmışdık, (ve demişdik ki:) «Size verdiğimiz (Kitab) ı (n hükümlerini) kuvvetle tutun, onda onlar (la amel etmek lüzumun) u hatırlayın. Tâ ki (cehennemden, günahlardan) sakınmış olasınız».
Hani sizden kesin söz almış ve Tur dağını üstünüze çıkararak «size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içindekileri hatırlayın ki, takva sahiplerinden olasınız» dedik.
ثُمَّ تَوَلَّيۡتُم مِّنۢ بَعۡدِ ذَٰلِكَۖ فَلَوۡلَا فَضۡلُ ٱللَّهِ عَلَيۡكُمۡ وَرَحۡمَتُهُۥ لَكُنتُم مِّنَ ٱلۡخَٰسِرِينَ ٦٤
Sonra onun arkasından yüz çevirdiniz, eğer üzerinize Allah’ın fazl-ü rahmeti olmasa idi her halde hüsrana düşenlerden olurdunuz.
Sonra o sözü müteakip yine yüz çevirdiniz. Eğer üstünüzde Allah'ın fazlu rahmeti olmasaydı hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.
Bundan sonra yine yüz çevirdiniz. Allah’ın bol nimeti ve merhameti olmasaydı, herhâlde ziyana uğrayanlardan olurdunuz.
Sonra onun (Tevrâtı kabul edişinizin) arkasından yine yüz çevirmişdiniz. İşte eğer üzerinizde Allanın fazl-u rahmeti olmasaydı elbette maddî ve ma'nevî en büyük zarara uğrayanlardan olacakdınız (mahvolacakdınız).
Bunun arkasından verdiğiniz sözden döndünüz. Eğer Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve merhameti olmasaydı kesinlikle hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.
وَلَقَدۡ عَلِمۡتُمُ ٱلَّذِينَ ٱعۡتَدَوۡاْ مِنكُمۡ فِي ٱلسَّبۡتِ فَقُلۡنَا لَهُمۡ كُونُواْ قِرَدَةً خَٰسِـِٔينَ ٦٥
İçinizden sebt -istirahat- günü tecavüz edenleri elbette bilirsiniz biz onlara sefil sefil maymunlar olun dedik.
Andolsun ki, içinizden cumartesi günü haddi aşanları elbette bilirsiniz. İşte biz onlara: Aşağılık maymunlar olun, dedik.
Şüphesiz siz, içinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, “Aşağılık maymunlar olun” demiştik.
Andolsun, içinizden Cumartesi günü (ne saygı göstermek) hakkında (ki dînî hududu balık avlamak suretiyle) çiğneyib geçen («eyle» li) ler (in hallerini, başlarına gelenler) i de her halde bil (ib öğren) mişsinizdir. İşte biz onlara (Dâvud lisâniyle) : «Hor ve zelîl maymunlar olun» dedik, (üç gün sonra hepsi helak oldu).
İçinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri bilmiş olmaktasınız. Onlara 'Aşağılık maymunlara dönün» dedik.
فَجَعَلۡنَٰهَا نَكَٰلٗا لِّمَا بَيۡنَ يَدَيۡهَا وَمَا خَلۡفَهَا وَمَوۡعِظَةٗ لِّلۡمُتَّقِينَ ٦٦
Ve bu ukubeti önündekilere ve arkasındakilere bir dersi ibret ve korunacaklara bir va'z-u nasıhat olmak üzere yaptık.
Artık bunu hem önündekilere, hem de ardındakilere ibret verici bir ceza, hem de müttakilere bir öğüt kıldık.
Biz bunu, hem onu görenlere, hem de sonra geleceklere bir ibret ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara da bir öğüt kıldık.
Binâen'aleyh onu hem önündekilere (o zaman hazır olanlara), hem ardındakilere (sonradan geleceklere) ibret verici ceza ve (mü'minlerden) takvaaye erenler de bir öğüd yaptık.
Bu cezayı, onu görenlere ve sonradan gelip işitenlere ibret ve takva sahiplerine öğüt yaptık.
وَإِذۡ قَالَ مُوسَىٰ لِقَوۡمِهِۦٓ إِنَّ ٱللَّهَ يَأۡمُرُكُمۡ أَن تَذۡبَحُواْ بَقَرَةٗۖ قَالُوٓاْ أَتَتَّخِذُنَا هُزُوٗاۖ قَالَ أَعُوذُ بِٱللَّهِ أَنۡ أَكُونَ مِنَ ٱلۡجَٰهِلِينَ ٦٧
Bir vakit de Musa kavmine demişti: Allah size bir Bakara boğazlamanızı emrediyor, ay dediler: Bizi eğlence yerine mi koyuyorsun? Dedi: Allah’a sığınırım öyle cahillere katılmaktan.
Hani, bir de Musa kavmine: Allah, herhalde bir sığır boğazlamanızı emrediyor, demişti. Onlar: Sen bizimle alay mı ediyorsun, demişlerdi. Musa da: Ben cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım, demişti.
Hani Mûsâ kavmine, “Allah, size bir sığır kesmenizi emrediyor” demişti. Onlar da, “Sen bizimle eğleniyor musun?” demişlerdi. Mûsâ, “Kendini bilmez cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” demişti.
Bir zaman da Musa, kavmine: «Allah size her halde bir inek boğazlamanızı emrediyor» demişdi. Onlar: «Bizi eğlence mi ediniyorsun?» demişdi. Musa da: «Ben câhillerden olmakdan Allaha sığınrım» demişdi.
Hani Musa, kavmine: «Allah size bir sığır kesmeyi emrediyor» dedi de kavmi kendisine: «Bizimle alay mı ediyorsun?» deyince, o da onlara: «Cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım» dedi.
قَالُواْ ٱدۡعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّن لَّنَا مَا هِيَۚ قَالَ إِنَّهُۥ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٞ لَّا فَارِضٞ وَلَا بِكۡرٌ عَوَانُۢ بَيۡنَ ذَٰلِكَۖ فَٱفۡعَلُواْ مَا تُؤۡمَرُونَ ٦٨
Dediler; bizim için Rabbine dua et nedir o? Bize beyan etsin, dedi: Rabbim şöyle buyuruyor: Bir Bakara ki ne farımış ne bakir, ikisi ortası bir dinç, haydi emrolunduğunuz işi yapın.
Onlar, Bizim için Rabbına dua et de onu bize iyice bildirsin, demişlerdi. Musa da: Allah, o, ne çok kart, ne de çok körpedir. İkisi ortası dinç bir sığırdır, buyuruyor. Artık emrolunduğunuz şeyi yapın, demişti.
“Bizim için Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın.” dediler. Mûsâ şöyle dedi: “Rabbim diyor ki: O, ne yaşlı, ne körpe, ikisi arası bir sığırdır. Haydi, emrolunduğunuz işi yapın.”
(Yine) demişlerdi ki: «Bizim için Rabbine duâ et de onun (o ineğin) ne olduğunu (kaç yaşında olacağını) bize iyice açıklasın». (Musâ da): «Allah diyor ki o, ne çok yaşlı, ne de pek gene değil, ikisi ortası bir dine (inek) dir. Artık emrolunduğunuz şey'i yapın» demişdi.
Onlar: «Rabbine dua et de bize o sığırın nasıl olduğunu açıklasın» dediler. Musa da: «Rabbim 'o sığır ne yaşlı ve ne de körpe olup bu ikisi arasında orta yaşlıdır' diyor, haydi size emredileni yapın» dedi.
قَالُواْ ٱدۡعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّن لَّنَا مَا لَوۡنُهَاۚ قَالَ إِنَّهُۥ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٞ صَفۡرَآءُ فَاقِعٞ لَّوۡنُهَا تَسُرُّ ٱلنَّٰظِرِينَ ٦٩
Bizim için dediler: Rabbine dua et, rengi ne imiş bize beyan etsin, Rabbim, dedi, Şöyle buyuruyor: Bir Bakara ki sapsarı, rengi bakanlara sürur verir.
Dediler ki: Bizim için Rabbına dua et de onun ne renk olduğunu bize iyice açıklasın. O da: Rabbım diyor ki: O bakanları rahatlatacak sapsarı renkli bir inektir, demişti.
Onlar, “Bizim için Rabbine dua et de, rengi neymiş? açıklasın” dediler. Mûsâ şöyle dedi: “Rabbim diyor ki, o, sapsarı; rengi, bakanların içini açan bir sığırdır” dedi.
(Tekrar) şöyle söyledilerdi: «Bizim için Rabbine duâ et de onun donu (rengi) nedir, bize tam açıklasın». O da : («Rabbim) diyor ki: o, bakanlara ferahlık verecek sapsarı bir inekdir» demişdi.
Onlar: «Rabbine dua et de bize o sığırın rengini bildirsin» dediler. Musa da: «Rabbim, 'o sığır görenlerin gözüne hoş gelecek parlak sarı renktedir' diyor.» dedi.
قَالُواْ ٱدۡعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّن لَّنَا مَا هِيَ إِنَّ ٱلۡبَقَرَ تَشَٰبَهَ عَلَيۡنَا وَإِنَّآ إِن شَآءَ ٱللَّهُ لَمُهۡتَدُونَ ٧٠
Dediler: Bizim için Rabbine dua et nedir o bize beyan etsin, çünkü o Bakara bize müteşabih geldi, Maamafih Allah dilerse elbette buluruz.
Dediler ki: Rabbına dua et, bize açıkça niteliğnin ne olduğunu bildirsin. Çünkü bizce sığırlar birbirine benziyor. Allah dilerse biz elbette hidayete erenlerden oluruz.
“Bizim için Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın. Çünkü sığırlar, bizce, birbirlerine benzemektedir. Ama Allah dilerse elbet buluruz” dediler.
(Yine) demişlerdi: «Bizim için Rabbine duâ et de o nedir? Apaçık anlatsın bize. Çünkü bizce bir çok inekler birbirine benziyor. Allah dilerse (istenen ineği bulmıya) muvaffak oluruz (yahud hidâyete erdirilmiş bulunuruz).
Onlar: «Rabbine dua et de bu sığırı bize iyice tanımlasın. Biz sığırları birbirinden ayırdedemez olduk. Allah dilerse bu karışıklığın içinden çıkarız» dediler.