بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
أُوْلَٰٓئِكَ عَلَىٰ هُدٗى مِّن رَّبِّهِمۡۖ وَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡمُفۡلِحُونَ ٥
Bunlar işte Rab’lerindan bir hidayet üzerindedir ve bunlar işte bunlar o murada eren müflihin.
İşte onlar, rablarından bir hidayet üzeredirler ve işte onlar, felaha erenlerdir.
İşte onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.
İşte onlar Rablerinden (gelen) Hidâyetin tam üzerindedirler. Asıl muradlarına kavuşanlar da işte onlar.
İşte onlar Rabblerinden gelen hidayet yolundadırlar ve kurtuluşa erenlerdir.
إِنَّ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ سَوَآءٌ عَلَيۡهِمۡ ءَأَنذَرۡتَهُمۡ أَمۡ لَمۡ تُنذِرۡهُمۡ لَا يُؤۡمِنُونَ ٦
Amma o küfre saplananlar, ha inzar etmişin bunları ha etmemişin onlarca müsavidir, imana gelmezler.
Şüphesiz ki o küfretmiş olanları uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar.
Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir, inanmazlar.
Şu muhakkak ki küfr edenleri inzâr etsen de onlarca bir, kendilerini inzâr etmesen de inanmazlar.
Kâfirlere gelince onları uyarsan da uyarmasan da farketmez; onlar iman etmezler.
خَتَمَ ٱللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمۡ وَعَلَىٰ سَمۡعِهِمۡۖ وَعَلَىٰٓ أَبۡصَٰرِهِمۡ غِشَٰوَةٞۖ وَلَهُمۡ عَذَابٌ عَظِيمٞ ٧
Allah kalblerini ve kulaklarını mühürlemiş ve gözlerine bir perde inmiştir ve bunların hakkı azîm bir azaptır.
Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir perde vardır ve onlar için büyük bir azab vardır.
Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.
Allah onların kalblerine de, kulaklarına da mühür basmışdır. Gözlerinin üzerinde bir de perde var. En büyük azâb onlarındır.
Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir, onların gözlerinde perde vardır. Onları büyük bir azap beklemektedir.
وَمِنَ ٱلنَّاسِ مَن يَقُولُ ءَامَنَّا بِٱللَّهِ وَبِٱلۡيَوۡمِ ٱلۡأٓخِرِ وَمَا هُم بِمُؤۡمِنِينَ ٨
İnsanlar içinden kimisi de vardır ki Allah’a ve son güne iman ettik derler de mü'min değillerdir.
İnsanlardan öyleleri vardır ki inanmadıkları halde Allah'a ve ahiret gününe inandık, derler.
İnsanlardan, inanmadıkları hâlde, “Allah’a ve ahiret gününe inandık” diyenler de vardır.
İnsanlardan öyle kimseler vardır ki kendileri îman etmiş olmadıkları halde, «Allaha ve âhiret gününe inandık» derler. Halbuki onlar inanıcı (insan) lar değildir.
Kimi insanlar var ki; «Allah'a ve Ahiret gününe inandık» derler, ama aslında inanmamışlardır.
يُخَٰدِعُونَ ٱللَّهَ وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَمَا يَخۡدَعُونَ إِلَّآ أَنفُسَهُمۡ وَمَا يَشۡعُرُونَ ٩
Allah’ı ve mü'minleri aldatmağa çalışırlar, halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varamazlar.
Allah'ı da, iman edenleri de aldatmaya çalışırlar. Oysa kendilerinden başkasını aldatamazlar da, bunun farkında değiller.
Bunlar Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.
Allâhı da, îmân edenleri de (gûyâ) aldatırlar. Halbuki onlar kendilerinden başkasını aldatmazlar da yine farkına varmazlar.
Bunlar Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatıyorlar, ama bunun farkında değildirler.
فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٞ فَزَادَهُمُ ٱللَّهُ مَرَضٗاۖ وَلَهُمۡ عَذَابٌ أَلِيمُۢ بِمَا كَانُواْ يَكۡذِبُونَ ١٠
Kalblerinde bir maraz vardır da Allah marazlarını artırmıştır, ve yalancılık ettikleri için bunlara elîm bir azab vardır.
Kalblerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırdı. Yalan söylemekte olduklarından dolayı onlara elem verici bir azab vardır.
Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.
Kalblerinde bir maraz vardır onların. Allah da marazlarını artırdı. Yalan söylemekde oldukları için de onlara acıklı bir azâb vardır.
Onların kalplerinde hastalık vardır, Allah da bu hastalıklarını arttırmıştır, bu yalancılıkları yüzünden onları acı bir azab beklemektedir.
وَإِذَا قِيلَ لَهُمۡ لَا تُفۡسِدُواْ فِي ٱلۡأَرۡضِ قَالُوٓاْ إِنَّمَا نَحۡنُ مُصۡلِحُونَ ١١
Hem bunlara yer yüzünü fesada vermeyin denildiği zaman biz ancak ıslahcılarız derler.
Kendilerine: yeryüzünde bozgun çıkarmayın, denildiğinde, biz ancak ıslah edicileriz, derler.
Bunlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!” derler.
Kendilerine «Yer (yüzün) de fesâd yapmayın» denildiği zaman «Biz ancak islâh edicileriz» derler.
Onlara «yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın» denildiği vakit «Biz yapıcı, düzeltici kimseleriz» derler.
أَلَآ إِنَّهُمۡ هُمُ ٱلۡمُفۡسِدُونَ وَلَٰكِن لَّا يَشۡعُرُونَ ١٢
Ha! Doğrusu bunlar ortalığı ifsat edenlerdir bunlar lâkin şuurları yok farkında değillerdir.
Bilesin ki onlar, fesadçıların ta kendileridir de bunun farında değiller.
İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir.
Gözünü aç, onlar muhakkak ki fesadcıların ta kendileridir. Fakat şuurlarını işletmezler.
İyi bilesiniz ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, fakat bunun farkında değildirler...
وَإِذَا قِيلَ لَهُمۡ ءَامِنُواْ كَمَآ ءَامَنَ ٱلنَّاسُ قَالُوٓاْ أَنُؤۡمِنُ كَمَآ ءَامَنَ ٱلسُّفَهَآءُۗ أَلَآ إِنَّهُمۡ هُمُ ٱلسُّفَهَآءُ وَلَٰكِن لَّا يَعۡلَمُونَ ١٣
Yine bunlara nâsın iman ettiği gibi iman edin denildiği zaman "ya biz o süfehanın iman ettikleri gibi mi iman ederiz?" derler, ha doğrusu süfeha kendileridir ve lâkin bilmezler.
Onlara; insanların inandıkları gibi siz de inanın, denilince; o beyinsizlerin inandığı gibi mi biz de inanacağız? derler. Bilesin ki asıl beyinsizler onlardır da bunu bilmezler.
Onlara, “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?” derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler.
Onlara «insanların (müslümanların) inandığı gibi inanın» denilince «Biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız?» derler. Dikkat et ki (asıl) beyinsizler hiç şüphesiz kendileridir. Fakat bilmezler.
Onlara «Halk nasıl iman etti ise siz de öyle iman edin» denildiği zaman «Biz hiç beyinsiz ayaktakımı gibi iman eder miyiz?» derler. Asıl beyinsiz ayaktakımı kendileridir, ama bunu bilmiyorlar.
وَإِذَا لَقُواْ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ قَالُوٓاْ ءَامَنَّا وَإِذَا خَلَوۡاْ إِلَىٰ شَيَٰطِينِهِمۡ قَالُوٓاْ إِنَّا مَعَكُمۡ إِنَّمَا نَحۡنُ مُسۡتَهۡزِءُونَ ١٤
Bir de iman edenlerle karşılaştılar mı "amenna" derler ve kendi şeytanları ile halvet oldular mı "emin olun derler, biz sizinle beraberiz, biz ancak mütehziyiz".
Mü'minlere rastlayınca; inandık, derler. Şeytanları ile başbaşa kalınca da; biz sizinle beraberiz, onlarla sadece istihza etmekteyiz, derler.
İman edenlerle karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz” derler.
Onlar îman edenlere kavuşdukları zaman «inandık» derler. Şeytanlariyle yalınızca (başbaşa) kalınca ise «Emîn olun, biz sizinle beraberiz. Biz ancak istihza edicileriz» derler.
Onlar müminler ile karşılaştıkları zaman «inandık» derler. Fakat şeytanları, elebaşları ile başbaşa kaldıkları zaman «Biz sizin yanınızdayız, onlarla sadece alay ediyoruz» derler.
ٱللَّهُ يَسۡتَهۡزِئُ بِهِمۡ وَيَمُدُّهُمۡ فِي طُغۡيَٰنِهِمۡ يَعۡمَهُونَ ١٥
Allah onlarla istihza ediyor da tuğyanları içinde bocalarlarken kendilerini sürüklüyor.
Allah da onlarla istihza eder ve azgınlıklarında şaşkın bir halde dolaştırır.
Gerçekte Allah onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir.
(Asıl) Allah onlarla istihza eder ve taşkınlıkları, azgınlıkları içinde serseri dolaşmalarına mühlet verir.
Aslında onlarla alay eden ve kendilerini azgınlıkları içinde debelenmeye bırakan Allah'tır.