بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيۡكُمُ ٱلۡمَيۡتَةَ وَٱلدَّمَ وَلَحۡمَ ٱلۡخِنزِيرِ وَمَآ أُهِلَّ بِهِۦ لِغَيۡرِ ٱللَّهِۖ فَمَنِ ٱضۡطُرَّ غَيۡرَ بَاغٖ وَلَا عَادٖ فَلَآ إِثۡمَ عَلَيۡهِۚ إِنَّ ٱللَّهَ غَفُورٞ رَّحِيمٌ ١٧٣
O size yalnız şunları haram kıldı: meyte, kan, hınzır eti, bir de Allah’ın gayrisinin namına kesilen; sonra kim bunlardan yemeğe muztar kalırsa diğerin hakkına tecavüz etmemek ve zaruret miktarını geçmemek şartı ile ona da günah yükletilmez, çünkü Allah Gafur, Rahîm’dir.
O, size; ölüyü, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası için kesileni haram kılmıştır. Ancak kim mecbur kalırsa saldırmamak ve sınırı aşmamak şartıyla günah yoktur. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur, Rahim'dir.
Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da, istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
O, size ölüyü (murdar hayvanı), kanı, domuz etini, bir de Allahdan başkası için kesileni kat'iyyen haram kıldı. Fakat kim bunlardan yemiye muztar kalırsa (kimseye) saldırmamak ve haddi (ölmeyecek mikdarı) geçmemek şartıyle onun üzerine günah yokdur. Şübhesiz ki Allah çok yarğılayıcıdır, hakkıyle esirgeyicidir.
Allah size sadece leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanın etini kesinlikle haram kıldı. Fakat darda kalana, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bu etlerden yemek günah değildir. Hiç şüphesiz, Allah bağışlayıcı ve merhametlidir.
إِنَّ ٱلَّذِينَ يَكۡتُمُونَ مَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ مِنَ ٱلۡكِتَٰبِ وَيَشۡتَرُونَ بِهِۦ ثَمَنٗا قَلِيلًا أُوْلَٰٓئِكَ مَا يَأۡكُلُونَ فِي بُطُونِهِمۡ إِلَّا ٱلنَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ ٱللَّهُ يَوۡمَ ٱلۡقِيَٰمَةِ وَلَا يُزَكِّيهِمۡ وَلَهُمۡ عَذَابٌ أَلِيمٌ ١٧٤
Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi ketmedib de bununla biraz para alanlar muhakkak ki onlar karınlarında ateşden başka bir şey yemezler ve kıyamet günü Allah onlara ne söyler ne de kendilerini tezkiye eder, onlara sade bir "azabı elim" vardır.
Allah'ın indirdiği kitabtan birşey gizleyip de, onu az bir pahaya satanlar; işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey yemezler. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz. Onları temize de çıkarmaz. Ve onlar için acıklı bir azab vardır.
Allah’ın indirdiği kitaptan bir kısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler (var ya); işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah, onlarla ne konuşacak, ne de onları arıtacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır.
Allanın indirdiği Kitabdan (Peygamberin vasıflarına dâir) bir şey'i gizleyib de onunla az bir bahayi (hasîs, bir menfaati) satın alanlar (yok mu?) Onlar karınlarına ateşden başka (bir şey) yemiş olamazlar. Kıyaamet günü Allah onlarla konuşmaz, onları temize de çıkarmaz. Onlar için pek acıklı bir azâb vardır.
Allah'ın indirdiği kitapta bulunan birşeyi gizleyerek onu birkaç para karşılığında satanlar var ya, onlar karınlarına ateşten başka birşey indirmiyorlar. Allah Kıyamet günü onlarla konuşmaz ve kendilerini günahlardan arındırmaz. Onları acı bir azap beklemektedir.
أُوْلَٰٓئِكَ ٱلَّذِينَ ٱشۡتَرَوُاْ ٱلضَّلَٰلَةَ بِٱلۡهُدَىٰ وَٱلۡعَذَابَ بِٱلۡمَغۡفِرَةِۚ فَمَآ أَصۡبَرَهُمۡ عَلَى ٱلنَّارِ ١٧٥
Onlar işte hidayeti verip dalâleti, mağfireti bırakıp azabı satın alan kimseler, bunlar ateşe ne sabırlı şeyler!
Onlar, hidayet karşılığında dalaleti, mağfiret karşılığında azabı satın almışlardır. Onlar, ateşe karşı ne de sabırlıdırlar.
İşte bunlar hidayeti verip sapıklığı, bağışlanmayı verip azabı satın alanlardır. Onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar(!)
Onlar doğru yolu bırakıb sapıklığı, mağfirete bedel azaâbı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne de sabırlıdırlar!.
Onlar hidayet karşılığında sapıklığı, mağfiret karşılığında azabı satın alanlardır. Onlar Cehennem ateşine karşı ne kadar da dayanıklıdırlar!
ذَٰلِكَ بِأَنَّ ٱللَّهَ نَزَّلَ ٱلۡكِتَٰبَ بِٱلۡحَقِّۗ وَإِنَّ ٱلَّذِينَ ٱخۡتَلَفُواْ فِي ٱلۡكِتَٰبِ لَفِي شِقَاقِۭ بَعِيدٖ ١٧٦
Zira şüphesiz ki Allah kitabı sebebi hak ile indirdi, kitapta ihtilâf edenler ise şüphesiz haktan uzak bir şıkak içindedirler.
Bu, Allah'ın kitabı hak olarak indirilmiş olup, o kitabda ihtilafa düşenlerin şüphesiz ki, pek uzak bir şikak içinde olmalarındandır.
Bu (azab) da, Allah’ın, Kitab’ı hak olarak indirmiş olması (ve onların bunu inkâr etmesi) sebebiyledir. Kitap konusunda anlaşmazlığa düşenler ise derin bir ayrılık içindedirler.
Bu (azabın) sebebi şudur: Çünkü Allah Kitabı şübhesiz hak olarak indirmişdir. O kitab (ın inzal, tasdıyk ve sıhhatin) da ihtilâfa düşenler elbette (Hakdan) uzak bir ayrılık içindedirler.
Bu azabın sebebi şudur: Allah, kitabı hak içerikli olarak indirdi ve bu kitap üzerinde görüş ayrılığına düşenler gerçekten derin bir anlaşmazlık, uyuşmazlık içindedirler.
۞ لَّيۡسَ ٱلۡبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمۡ قِبَلَ ٱلۡمَشۡرِقِ وَٱلۡمَغۡرِبِ وَلَٰكِنَّ ٱلۡبِرَّ مَنۡ ءَامَنَ بِٱللَّهِ وَٱلۡيَوۡمِ ٱلۡأٓخِرِ وَٱلۡمَلَٰٓئِكَةِ وَٱلۡكِتَٰبِ وَٱلنَّبِيِّـۧنَ وَءَاتَى ٱلۡمَالَ عَلَىٰ حُبِّهِۦ ذَوِي ٱلۡقُرۡبَىٰ وَٱلۡيَتَٰمَىٰ وَٱلۡمَسَٰكِينَ وَٱبۡنَ ٱلسَّبِيلِ وَٱلسَّآئِلِينَ وَفِي ٱلرِّقَابِ وَأَقَامَ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتَى ٱلزَّكَوٰةَ وَٱلۡمُوفُونَ بِعَهۡدِهِمۡ إِذَا عَٰهَدُواْۖ وَٱلصَّٰبِرِينَ فِي ٱلۡبَأۡسَآءِ وَٱلضَّرَّآءِ وَحِينَ ٱلۡبَأۡسِۗ أُوْلَٰٓئِكَ ٱلَّذِينَ صَدَقُواْۖ وَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡمُتَّقُونَ ١٧٧
Erginlik değil: yüzlerinizi kâh gün doğu tarafına çevirmeniz kâh batı, ve lâkin eren o kimsedir ki Allah’a, Ahiret gününe, melâike’ye, Kitab’a ve bütün peygambere iman edip karabeti olanlara, öksüzlere, bîçarelere yolda kalmışa, dilenenlere ve esirler uğrunda seve seve mal vermekte, hem namazı kılmakta hem zekâtı vermekte, bir de andlaştıkları vakit ahidlerini yerine getirenler, hele sıkıntı ve hastalık hallerinde ve harbin şiddeti zamanında sabr-ü sebat edenler işte bunlardır o sadıklar ve işte bunlardır o korunan müttekiler.
Yüzlerinizi Doğu ve Batı tarafına çevirmeniz «bir» değildir. Lakin asıl «bir»; Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitablara, peygamberlere iman eden, malını seve seve yakınlarına, yetimlere, miskinlere, yolculara, dilenenlere, kölelere, esirlere veren, namazı kılan, zekatı veren, muahede yaptıklarında ahidlerini yerine getiren, sıkıntıda, hastalıkta ve şiddetli savaş anında sabredenlerinkidir. İşte sadık olanlar da onlardır ve müttakiler de onlardır.
İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.
(Namazda) yüzlerinizi doğu ve batı yönüne döndürmeniz; birr (taat bu) değildir. Fakat birr, Allaha, âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere îman eden, malı (nı Allah) sevgisiyle (yahud: mala olan sevgisine rağmen) akrabaye, yetimlere, yoksullara, yol oğluna (Yolda kalmış müsâfırlere), dilenenlere ve köle ve esirler (i kurtârmıy) a veren, namazı (nı) dosdoğru kılan, zekâtı (nı) veren (kimselerin), ahidleşdikleri zaman sözlerini yerine getirenler (in), sıkıntıda ve hastalıkda ve muhaarebenin kızışdığı zamanlarda sabr-u metanet gösterenler (in birridir). Onlar (yok mu? îmanlarında ve birr-ü taat iddiasında) saadık olanlar onlardır ve onlar takvaaya erenlerin de ta kendileridir.
Yüzlerinizi Doğu ya da Batı tarafına çevirmeniz iyilik demek değildir. Asıl iyilik Allah'a, Ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan; akrabalara, yetimlere, yoksullara, yarı yolda kalanlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunanlara (kölelere, tutsaklara) mallarını sevmelerine rağmen yardım edenlerin; namazı kılanların, zekâtı verenlerin, antlaşma yaptıklarında yapmış oldukları antlaşmaları yerine getirenlerin; zorda, darda ve savaş zamanında sabredenlerin tutumudur. İşte doğrular (sözlerinin erleri) onlardır, takva sahipleri de onlardır.
يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ كُتِبَ عَلَيۡكُمُ ٱلۡقِصَاصُ فِي ٱلۡقَتۡلَىۖ ٱلۡحُرُّ بِٱلۡحُرِّ وَٱلۡعَبۡدُ بِٱلۡعَبۡدِ وَٱلۡأُنثَىٰ بِٱلۡأُنثَىٰۚ فَمَنۡ عُفِيَ لَهُۥ مِنۡ أَخِيهِ شَيۡءٞ فَٱتِّبَاعُۢ بِٱلۡمَعۡرُوفِ وَأَدَآءٌ إِلَيۡهِ بِإِحۡسَٰنٖۗ ذَٰلِكَ تَخۡفِيفٞ مِّن رَّبِّكُمۡ وَرَحۡمَةٞۗ فَمَنِ ٱعۡتَدَىٰ بَعۡدَ ذَٰلِكَ فَلَهُۥ عَذَابٌ أَلِيمٞ ١٧٨
Ey o bütün iman edenler! Maktuller hakkında üzerinize kısas yazıldı: hürre hür, köleye köle, dişiye dişi, bunun üzerine her kim kardeşinden cüzî bir afve mazhar olursa o vakit vazife birinin o marufu takib etmesi birinin de ona borcunu güzellikle ödemesidir bu, Rabbiniz’den bir tahfif ve bir rahmettir, her kim bunun arkasından yine tecavüz ederse artık ona elîm bir azab vardır.
Ey iman edenler; öldürmede size kısas farz kılındı. Hür; hür ile, köle; köle ile, dişi; dişi ile. Ama kim de kardeşi tarafından affedilirse, ma'ruf olan emre ittiba etmeli ve ona güzellikle ödemelidir. Bu, Rabbınız tarafından bir hafifletme ve rahmettir. Kim, bundan sonra da tecavüzde bulunursa; onun için pek acıklı bir azab vardır.
Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.
Ey îman edenler, maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı (farzedildi). Hür, hür ile, köle, köle ile, dişi, dişi ile (kısas olunur). Fakat kimin (hangi kaatilin) lehinde maktulün kardeşi (velîsi) tarafından cüz'î birşey afvolunursa (hemen kısas düşer). Artık örfe uymak (şer'in ve aklın iyi gördüğünü yapmak, borcu) ona (maktulün velîsine) güzellikle ödemek (lâzımdır). Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve esirgemedir. O halde kim bu (afivden ve edadan) sonra (kaatile veya taraflarına muhaasame ve) tecâvüzde bulunursa onun için pek acıklı bir azâb vardır.
Ey iman edenler! Maktüller hakkında size kısas farz edildi. Hür hür ile, köle köle ile, dişi dişi ile, fakat kimin lehine maktulün kardeşi tarafından bir şey affedilirse, ma’ruf olan emre ittiba etmeli, ona güzellikle (diyet) ödemelidir. Bu Rabb’ınız tarafından bir hafifletme ve rahmettir. Artık bundan sonra kim haddi tecavüz ederse; onun için pek acıklı bir azap vardır.
وَلَكُمۡ فِي ٱلۡقِصَاصِ حَيَوٰةٞ يَٰٓأُوْلِي ٱلۡأَلۡبَٰبِ لَعَلَّكُمۡ تَتَّقُونَ ١٧٩
Hem kısasta size bir hayat vardır ey temiz aklı temiz özü olanlar! gerek ki korunursunuz.
Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahibleri. Ta ki, sakınasınız.
Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.
Ey salim akıl saahibleri, kısasda sizin için (umumî) bir hayaat vardır. Tâki (katilden) sokmasınız.
Ey akıl sahipleri, sizin için kısasta hayat vardır. Bu sayede adam öldürmekten sakınırsınız
كُتِبَ عَلَيۡكُمۡ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمُ ٱلۡمَوۡتُ إِن تَرَكَ خَيۡرًا ٱلۡوَصِيَّةُ لِلۡوَٰلِدَيۡنِ وَٱلۡأَقۡرَبِينَ بِٱلۡمَعۡرُوفِۖ حَقًّا عَلَى ٱلۡمُتَّقِينَ ١٨٠
Birinize ölüm geldiği vakit bir hayır -bir mal- bırakacaksa, babası ve anası ve en yakın akrabası için meşru bir surette vasiyyet etmek müttekiler üzerine icrası vacib bir hak olarak üzerinize yazıldı.
Sizden birinize ölüm geldiği zaman; eğer bir hayır bırakacaksa; anaya, babaya, yakın akrabaya, ma'ruf şekilde vasiyette bulunması farz kılındı. Bu, takva sahibleri üzerinde bir haktır.
Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.
Sizden birinize ölüm gelib çatdığı vakit eğer mal bırakacaksa anaya, babaya, yakın akrabaya meşru' bir suretde vasıyyetde bulunmak takvaa sahihleri üzerinde bir hak olarak farzedildi.
İçinizden biri ölmek üzereyken eğer geride mal (hayır) bırakıyorsa anaya, babaya ve yakın akrabalara geleneklere uygun biçimde vasiyyette bulunması, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.
فَمَنۢ بَدَّلَهُۥ بَعۡدَ مَا سَمِعَهُۥ فَإِنَّمَآ إِثۡمُهُۥ عَلَى ٱلَّذِينَ يُبَدِّلُونَهُۥٓۚ إِنَّ ٱللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٞ ١٨١
Şimdi her kim bunu duyduktan sonra onu değiştirirse her halde vebali sırf o değiştirenlerin boyunadır şüphe yok ki Allah işitir bilir.
Kim de onu işittikten sonra değiştirirse; onun günahı değiştirenlerindir. Şüphe yok ki Allah Semi'dir, Alim'dir.
Her kim işittikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı ancak onu değiştirenlerin boynunadır. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
Artık kim bunu (ölünün bu vasıyyetini) işitdikden sonra onu tebdil ederse her halde vebali onu değişdirenlerin üzerinedir. Şübhesiz ki Allah hakkıyle işidici, kemâliyle bilicidir.
Kim bu vasiyyeti, işittikten sonra değiştirirse, günahı onu değiştirenin boynunadır. Hiç şüphesiz; Allah işitendir, bilendir.
فَمَنۡ خَافَ مِن مُّوصٖ جَنَفًا أَوۡ إِثۡمٗا فَأَصۡلَحَ بَيۡنَهُمۡ فَلَآ إِثۡمَ عَلَيۡهِۚ إِنَّ ٱللَّهَ غَفُورٞ رَّحِيمٞ ١٨٢
Her kim de vasiyyet edenin bir hata etmesinden veya bir günaha girmesinden endişe eder ve tarafeynin aralarını düzeltirse ona vebal yoktur, şüphesiz Allah Gafur, Rahîm’dir.
Bununla birlikte, kim vasiyet edenin haksızlığa meylinden, günaha girmesinden korkup aralarını bulursa; ona da bir günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, Gafur'dur. Rahim'dir.
Vasiyet edenin hataya meyletmesinden ve günaha girmesinden korkan bir kimse, (tarafların) aralarını düzeltirse ona hiçbir günah yoktur. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Bununla beraber, kim vasıyyet edenin haksızlığa meylinden, yahud günâha gireceğinden endîşe edib de (alâkalıların) aralarını bulursa ona da hiç bir günâh yokdur. Şübhesiz ki Allah çok yarlığayıcı, hakkıyle esirgeyicidir.
Kim vasiyyet edenin yanılgıya düştüğünden ya da günaha gireceğinden endişe ederek ilgililerin arasını bulursa bu yüzden günaha girmez. Hiç şüphesiz Allah bağışlayıcı ve merhametlidir.
يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ كُتِبَ عَلَيۡكُمُ ٱلصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى ٱلَّذِينَ مِن قَبۡلِكُمۡ لَعَلَّكُمۡ تَتَّقُونَ ١٨٣
Ey o bütün iman edenler! Üzerlerinize oruc yazıldı, nitekim sizden evvelkilere yazılmıştı gerek ki korunursunuz.
Ey iman edenler; sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de oruç farz kılındı. Ta ki korunasınız.
Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.
Ey îman edenler sizden evvelki (ümmet) lere yazıldığı gibi sizin üzerinize de oruç yazıldı (farz edildi). Tâki korunasınız.
Ey müminler,sizden önceki ümmetlere olduğu gibi, günahlardan arınasınız diye, sayılı günler olarak oruç tutmak size de farz kılındı.