بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَمَا نَتَنَزَّلُ إِلَّا بِأَمۡرِ رَبِّكَۖ لَهُۥ مَا بَيۡنَ أَيۡدِينَا وَمَا خَلۡفَنَا وَمَا بَيۡنَ ذَٰلِكَۚ وَمَا كَانَ رَبُّكَ نَسِيّٗا ٦٤
Bir de Rabbin’in emri olmayınca biz (Rabbin’in Resulleri) inemeyiz, önümüzdeki ardımızdaki ve bunun arasındaki hep onundur ve Rabbin seni unutmuş değildir.
Biz, ancak Rabbının emri ile ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bu ikisi arasındaki her şey, O'nundur. Ve Rabbın unutkan değildir.
(Cebrail, şöyle dedi:) “Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzdekiler, arkamızdakiler ve bunlar arasındakiler hep O’nundur. Rabbin unutkan değildir.”
Biz (elçiler) senin Rabbinin emri olmadıkça inmeyiz. Önümüzde, ardımızda ve ikisinin arasında ne varsa Onundur. Senin Rabbin unutgan değildir.
Cebrail, Muhammed'e dedi ki; «Biz ancak Rabbinin izni ile yere ineriz. Geleceğimiz, geçmişimiz ve bu ikisi arasındaki tüm olaylar O'nun tasarrufu altındadır. Senin Rabbin hiçbir şeyi unutmaz
رَّبُّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَمَا بَيۡنَهُمَا فَٱعۡبُدۡهُ وَٱصۡطَبِرۡ لِعِبَٰدَتِهِۦۚ هَلۡ تَعۡلَمُ لَهُۥ سَمِيّٗا ٦٥
O bütün Semavât-ü arzın ve aralarındakilerin Rabb’i, binaenaleyh ona ibadet et ve ibadetine sebatle sabreyle, hiç sen ona bir adaş bilir misin?
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbıdır. O halde O'na ibadet et ve bu ibadetinde devamlı ol. Sen, hiç O'nun için bir adaş bilir misin?
(Allah) göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu hâlde, O’na ibadet et ve O’na ibadet etmede sabırlı ol. Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun?
(O), göklerin, yerin ve onların arasında bulunan şeylerin Rabbidir. O halde sen Ona kulluk et ve kulluğunda da iyice sebat et. Onun bir adaşı olduğunu bilir misin? (Hayır, yokdur).
O göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki tüm varlıkların Rabbidir. O halde sırf O'na kulluk ediniz ve bu kulluğun omuzlarına bindirdiği tüm yükümlülüklere katlanınız. O'nun bir benzerini tanıyor musun?
وَيَقُولُ ٱلۡإِنسَٰنُ أَءِذَا مَا مِتُّ لَسَوۡفَ أُخۡرَجُ حَيًّا ٦٦
Böyle iken insan diyor ki: her ne zaman ölürsem ileride mutlak bir zîhayat olarak çıkarılacak mıyım?
İnsan der ki: Ben, öldüğümde mi diriltileceğim?
İnsan, “Öldüğümde gerçekten diri olarak (topraktan) çıkarılacak mıyım?” der.
İnsan der ki: «Ben öldüğüm zaman mı, her halde diri olarak çıkarılacağım»?
İnsan «Ben öldükten sonra mı yeniden diriltileceğim?» der.
أَوَلَا يَذۡكُرُ ٱلۡإِنسَٰنُ أَنَّا خَلَقۡنَٰهُ مِن قَبۡلُ وَلَمۡ يَكُ شَيۡـٔٗا ٦٧
Ya o insan hiç bir şey değil iken bizim kendisini halketmiş olduğumuzu düşünmez mi?
İnsan hiç düşünmez mi ki; kendisi önceden bir şey değilken, Biz yarattık onu.
İnsan, daha önce hiçbir şey değil iken kendisini yarattığımızı düşünmez mi?
İnsan düşünmez mi ki onu daha evvel ve O, bir şey değilken kendisini hakıykaten biz yaratdık.
İnsan, vaktiyle hiçbir şey değilken, kendisini yoktan varettiğimizi düşünmüyor mu?
فَوَرَبِّكَ لَنَحۡشُرَنَّهُمۡ وَٱلشَّيَٰطِينَ ثُمَّ لَنُحۡضِرَنَّهُمۡ حَوۡلَ جَهَنَّمَ جِثِيّٗا ٦٨
Evet Rabbin’e kasem ederim ki biz onları ve o Şeytanları muhakkak ve muhakkak mahşere toplayacağız, sonra onları muhakkak ve muhakkak dizleri üstü cehennemin etrafına ihzar eyleyeceğiz.
Rabbına andolsun ki; Biz, onları da, şeytanları da beraber mutlaka haşr edeceğiz. Sonra cehennemin yanında diz çöktürerek hazır bulunduracağız.
Rabbine andolsun, onları şeytanlarla beraber mutlaka haşredeceğiz. Sonra onları kesinlikle cehennemin çevresinde diz üstü hazır edeceğiz.
Binâen'aleyh Rabbine andolsun ki biz onları da, şeytanları da elbette ve elbette mahşerde toplayacağız. Sonra onları behemehal cehennemin etrafında diz üstü haazır tutacağız.
Rabb'inin yüceliği hakkı için, onları peşlerinden gittikleri şeytanları ile birlikte biraraya getireceğiz, sonra da dizüstü çöktürerek cehennemin çevresinde toplayacağız.
ثُمَّ لَنَنزِعَنَّ مِن كُلِّ شِيعَةٍ أَيُّهُمۡ أَشَدُّ عَلَى ٱلرَّحۡمَٰنِ عِتِيّٗا ٦٩
Sonra her zümreden rahmana karşı en ziyade serkeşlik eden hangileri ise muhakkak ve muhakkak nez'edeceğiz.
Sonra her toplumdan Rahman'a karşı en çok başkaldıranları ortaya koyacağpız.
Sonra her bir topluluktan, Rahman’a karşı en isyankâr olanları mutlaka çekip çıkaracağız.
Sonra her ümmetden hangisi rahman olan (Allaha) karşı daha ziyâde aasî ve cür'etkâr olmuşsa muhakkak ve muhakkak (evvelâ onu) ayırıb atacağız.
Sonra her grubun, rahmeti bol olan Allah'a baş kaldıran en azılı ele başlarını ayıracağız.
ثُمَّ لَنَحۡنُ أَعۡلَمُ بِٱلَّذِينَ هُمۡ أَوۡلَىٰ بِهَا صِلِيّٗا ٧٠
Sonra elbette biz o cehenneme yaslanmıya evlâ olanların kimler olduğunu daha iyi biliriz:
Cehenneme en çok layık olanları elbette Biz, biliriz.
Sonra, oraya girmeye en lâyık olanları muhakkak ki en iyi biz biliriz.
Sonra biz ona (cehenneme) girib yanmıya daha çok lâyık olanları da elbet pek iyi bileniz.
Sonra biz onların hangilerinin öncelikle cehenneme girmeleri gerektiğini, kuşkusuz, herkesten iyi biliriz.
وَإِن مِّنكُمۡ إِلَّا وَارِدُهَاۚ كَانَ عَلَىٰ رَبِّكَ حَتۡمٗا مَّقۡضِيّٗا ٧١
Hem içinizden hiç biri yoktur ki mutlak ona varacak olmasın, ve bu Rabbin’in uhdesine vacib kıldığı bir kazıyyei mahkeme olmuştur.
Sizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, Rabbının yapmayı üzerine aldığı kesin bir hükümdür.
(Ey insanlar!) Sizden cehenneme varmayacak hiç kimse yoktur. Rabbin için bu, kesin olarak hükme bağlanmış bir iştir.
Sizden hiç biriniz müstesna olmamak üzere ille oraya (cehenneme) uğrıyacakdır. Bu, Rabbinin üzerine kat'i olarak aldığı, kazaa etdiği (bir şey) dir.
Aranızda cehenneme uğramayacak hiç kimse kalmayacaktır. Bu Rabbinin kesinleşmiş bir hükmüdür.
ثُمَّ نُنَجِّي ٱلَّذِينَ ٱتَّقَواْ وَّنَذَرُ ٱلظَّٰلِمِينَ فِيهَا جِثِيّٗا ٧٢
Sonra müttakı olanlara necat veririz de zalimleri dizleri üstü bırakırız.
Sonra Biz, takvaya erenleri kurtaracağız. Zalimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.
Sonra Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtarırız da zalimleri orada diz üstü çökmüş hâlde bırakırız.
Sonra takvaaya erenleri kurtaracağız. Zaalimleri ise orada diz üstü düşmüş bir halde bırakacağız.
Sonra sakınanları kurtararak zalimleri, dizüstü çökmüş durumda orada bırakırız.
وَإِذَا تُتۡلَىٰ عَلَيۡهِمۡ ءَايَٰتُنَا بَيِّنَٰتٖ قَالَ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ لِلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ أَيُّ ٱلۡفَرِيقَيۡنِ خَيۡرٞ مَّقَامٗا وَأَحۡسَنُ نَدِيّٗا ٧٣
Âyetlerimiz kendilerine açık açık tecvid üzere okunduğu vakit de o küfredenler dediler ki iman edenlere: "bu iki ferikin hangisi makamca daha iyi ve meclis-ü mahfilce daha güzel?".
Ayetlerimiz kendilerine açıkça okunduğu zaman; küfreden o adamlar mü'minlere: Bu iki takım insanın hangisinin makamı daha iyi ve yeri daha güzeldir? derler.
Âyetlerimiz kendilerine apaçık bir şekilde okunduğu zaman, inkâr edenler, inananlara, “İki topluluktan hangisinin bulunduğu yer daha hayırlı meclis ve mahfili daha güzeldir?” dediler.
Kendilerine açık açık âyetlerimiz okunduğu zaman küfr (-ü inkâr) eden o adamlar mü'minlere: «İki zümreden hangisi ikaametgâh i'tibariyle daha hayırlı, meclis ve topluluk bakımından daha güzeldir?» dediler.
Açık ayetlerimiz okunduğu zaman kâfirler, mü'minlere «Hangimizin sosyal konumu daha üstün, hangimizin itibarı daha yüksektir» derler.
وَكَمۡ أَهۡلَكۡنَا قَبۡلَهُم مِّن قَرۡنٍ هُمۡ أَحۡسَنُ أَثَٰثٗا وَرِءۡيٗا ٧٤
Halbuki biz kendilerinden evvel meta ve manzaraca daha güzel nice karınlar helâk etmişiz.
Onlardan önce nice nesilleri yok ettik ki, varlıkça ve gösterişçe bunlardan çok daha üstündüler.
Biz onlardan önce, mal mülk ve görünümü daha güzel olan nice nesilleri helâk ettik.
Biz onlardan evvel nice asır (lar halkını) helak etdik ki onlar mal ve metâ'ca da, gösterişce de daha güzeldiler.
Oysa biz eski dönemlerde onlardan daha varlıklı ve daha gösterişli nice kuşakları yokettik.