بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
فَأَتَتۡ بِهِۦ قَوۡمَهَا تَحۡمِلُهُۥۖ قَالُواْ يَٰمَرۡيَمُ لَقَدۡ جِئۡتِ شَيۡـٔٗا فَرِيّٗا ٢٧
Derken onu yüklenerek kavmine getirdi, hey Meryem! Dediler: alimAllah yumurcak bir şey getirdin.
Derken çocuğu alıp kavmine getirdi. Ey Meryem; andolsun ki utanılacak bir şey yaptın, dediler.
Kucağında çocuğu ile halkının yanına geldi. Onlar şöyle dediler: “Ey Meryem! Çok çirkin bir şey yaptın!”
Derken onu yüklenerek kavmine getirdi. Dediler: «Hey Meryem, andolsun sen acâib bir şey yapmışsın».
Bebeğini kucağına alıp yakınlarının yanına gelince kendisine dediler ki; Ey Meryem, sen çok utandırıcı bir suç işledin.
يَٰٓأُخۡتَ هَٰرُونَ مَا كَانَ أَبُوكِ ٱمۡرَأَ سَوۡءٖ وَمَا كَانَتۡ أُمُّكِ بَغِيّٗا ٢٨
Ey Harûn’un hemşiresi, baban bir kötülük adamı değil idi, anan da bir kahbe değil idi.
Ey Harun'un kızkardeşi; baban kötü birisi değildi, annen de iffetsiz değildi, dediler.
“Ey Hârûn’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz değildi.”
«Ey Hâruunun kız kardeşi, senin baban kötü bir adam değildi. Anan da iffetsiz bir kadın değildi».
Ey Harun'un kız kardeşi, senin ne baban kötü bir adamdı ve ne de annen iffetsiz bir kadındı.
فَأَشَارَتۡ إِلَيۡهِۖ قَالُواْ كَيۡفَ نُكَلِّمُ مَن كَانَ فِي ٱلۡمَهۡدِ صَبِيّٗا ٢٩
Bunun üzerine ona işaret etti, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz dediler.
Bunun üzerine o, çocuğu gösterdi: Biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz? dediler.
Bunun üzerine (Meryem, çocukla konuşun diye) ona işaret etti. “Beşikteki bir bebekle nasıl konuşuruz?” dediler.
Bunun üzerine (Meryem) ona (îsâya) işaret etdi. «Biz, dediler, henüz beşikde bulunan bir sabî ile nasıl konuşuruz»?
Bunun üzerine Meryem, eli ile oğlunu göstererek onunla konuşmalarını önerdi. Onlar da «Biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz?» dediler.
قَالَ إِنِّي عَبۡدُ ٱللَّهِ ءَاتَىٰنِيَ ٱلۡكِتَٰبَ وَجَعَلَنِي نَبِيّٗا ٣٠
O dedi ki: haberiniz olsun ben Allah’ın kuluyum, o bana kitap verdi ve beni bir peygamber yaptı.
Çocuk dedi ki: Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. Bana kitabı verdi ve beni peygamber yaptı.
Bebek şöyle konuştu: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. Bana kitabı (İncil’i) verdi ve beni bir peygamber yaptı.”
(Îsâ dile gelib) dedi ki: «Ben hakıykat Allahın kuluyum. O, bana kitab verdi. Beni peygamber yapdı».
O sırada beşikteki çocuk dile gelerek dedi ki; «Ben Allah'ın kuluyum. O bana kitap vererek beni peygamber yaptı.»
وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيۡنَ مَا كُنتُ وَأَوۡصَٰنِي بِٱلصَّلَوٰةِ وَٱلزَّكَوٰةِ مَا دُمۡتُ حَيّٗا ٣١
Ve beni her nerede olsam mübarek kıldı ve berhayat olduğum müddetçe bana namaz ve zekât tavsiye buyurdu.
Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı ve yaşadığım müddetçe namaz kılmamı ve zekat vermemi emretti.
“Nerede olursam olayım beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekâtı emretti.”
«Beni her nerede olursam mübarek kıldı. Bana, hayatda bulunduğum müddetçe namaz (kılmam) ı, zekât (vermem) i emretdi».
Nerede olursam olayım, beni insanlara yararlı kıldı. Bana sağ oldukça namaz kılmamı ve zekatı emretti.
وَبَرَّۢا بِوَٰلِدَتِي وَلَمۡ يَجۡعَلۡنِي جَبَّارٗا شَقِيّٗا ٣٢
Ve beni valideme hürmetkâr kıldı, bir cebbar şekıy kilmadı.
Bir de anneme iyi davranmamı. Ve beni bedbaht bir zorba kılmadı.
“Beni anama saygılı kıldı. Beni azgın bir zorba kılmadı.”
«Beni anneme hürmetkar kıldı. Beni bir zorba, bir bedbaht yapmadı».
Beni anama düşkün bir evlat olarak yarattı; dik kafalı ve kötülük düşkünü biri olmaktan uzak tuttu.
وَٱلسَّلَٰمُ عَلَيَّ يَوۡمَ وُلِدتُّ وَيَوۡمَ أَمُوتُ وَيَوۡمَ أُبۡعَثُ حَيّٗا ٣٣
Ve selâm bana hem doğduğum gün hem öleceğim gün, hem diri olarak ba'solunacağım gün.
Selam olsun bana; doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım günde, dedi.
“Doğduğum gün, öleceğim gün ve diriltileceğim gün bana selâm (esenlik verilmiştir).”
«Doğduğum gün de, öleceğim gün de, diri olarak (kabrimden) kaldırılacağım gün de selâm (ve selâmet) benim üzerimdedir».
Doğduğum gün, öleceğim gün ve tekrar diriltileceğim gün Allah'ın rahmeti ve bağışı benimle birliktedir.
ذَٰلِكَ عِيسَى ٱبۡنُ مَرۡيَمَۖ قَوۡلَ ٱلۡحَقِّ ٱلَّذِي فِيهِ يَمۡتَرُونَ ٣٤
İşte hakkında niza edip durdukları İsâ ibin Meryem hak sözü olarak budur.
İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem oğlu İsa, hak söze göre budur.
Hakkında şüpheye düştükleri hak söze göre Meryem oğlu İsa işte budur.
İşte hakkında şek (ve ihtilâf) etmekde oldukları Meryem oğlu îsâ Hak kavlince budur.
İşte «gerçek söz» e göre Meryemoğlu İsa budur, oysa insanlar bu gerçek sözü kuşku ile karşılıyorlar.
مَا كَانَ لِلَّهِ أَن يَتَّخِذَ مِن وَلَدٖۖ سُبۡحَٰنَهُۥٓۚ إِذَا قَضَىٰٓ أَمۡرٗا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُۥ كُن فَيَكُونُ ٣٥
Allah’ın veled ittihaz etmesi hiç bir zaman olur şey değildir, tenzih o sübhana, o bir emri murad edince sade ona ol der! oluverir.
Oğul edinmek Allah'a asla yakışmaz. O münezzehtir. Bir işin olmasını istedi mi, ona sadece; ol, der, o da oluverir.
Allah’ın çocuk edinmesi düşünülemez. O, bundan yücedir, uzaktır. Bir işe hükmettiği zaman ona sadece “ol!” der ve o da oluverir.
Allahın evlâd edinmesi (Hiç bir zaman) olmuş (şey) değildir. O, münezzehdir. O, bir işi (n olmasını) dileyince ona «Ol» der, o da oluverir.
Allah'a oğul edinmek yakışmaz. O böyle bir şeyden münezzehtir. O bir iş hakkında kesin hüküm verince o işe sadece «ol» der, o da hemen oluverir.
وَإِنَّ ٱللَّهَ رَبِّي وَرَبُّكُمۡ فَٱعۡبُدُوهُۚ هَٰذَا صِرَٰطٞ مُّسۡتَقِيمٞ ٣٦
Hem o haberiniz olsun dedi: Allah benim de Rabbim sizin de Rabb’inizdir, onun için hep ona ibadet ediniz iste yegâne doğru yol budur.
Şüphesiz ki Allah; benim de Rabbım, sizin de Rabbınızdır. O'na ibadet edin. İşte dosdoğru yol budur.
Şüphesiz, Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse (yalnız) O’na kulluk edin. Bu, dosdoğru bir yoldur.
«Şübhesiz ki Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O halde Ona kulluk edin. İşte biricik doğru yol budur».
Kuşku yok ki Allah sizin de benim de Rabb'imizdir, öyleyse sırf O'na kulluk ediniz. İşte dosdoğru yol budur.
فَٱخۡتَلَفَ ٱلۡأَحۡزَابُ مِنۢ بَيۡنِهِمۡۖ فَوَيۡلٞ لِّلَّذِينَ كَفَرُواْ مِن مَّشۡهَدِ يَوۡمٍ عَظِيمٍ ٣٧
Sonra hizibler kendi aralarında ihtilâfa düştüler, artık büyük bir günün görülecek hâilesinden veyl o küfredenlere.
Fırkalar kendi aralarında ihtilafa düştüler. Vay o büyük günü görecek kafirlerin haline.
(Fakat hıristiyan) gruplar, aralarında ayrılığa düştüler. Büyük bir günü görüp yaşayacakları için vay kâfirlerin hâline!
Sonra fıkralar kendi aralarında ihtilâf etdi. Artık görecekleri büyük bir günün çetin azâbı o kâfirlerindir.
Çeşitli gruplara ayrılan insanlar, aralarında görüş ayrılığına düştüler. Vaygele kâfirlerin başına! O «büyük gün» de gözleri neler görecek.