بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَيُنذِرَ ٱلَّذِينَ قَالُواْ ٱتَّخَذَ ٱللَّهُ وَلَدٗا ٤
Hem şunları inzar etmek için ki "Allah veled edindi" demekteler.
Ve: Allah çocuk edindi, diyenleri uyarman için.
(2-4) (Allah onu), katından gelecek şiddetli bir azap ile (inanmayanları) uyarmak, salih ameller işleyen mü’minleri, içlerinde ebedî olarak kalacakları güzel bir mükâfat (cennet) ile müjdelemek ve “Allah, bir çocuk edindi” diyenleri de uyarmak için dosdoğru bir kitap kıldı.
(1-2-3-4) (Kâfirleri) cânib (-i ilâhîsi) nden en çetin bir azâb ile korkutmak, güzel güzel amel (ve hareket) lerde bulunan mü'minlere de içinde ebedî kalacakları güzel bir ecr (ve mükâfat) ı müjdelemek, (hele) «Allah evlâd edindi» diyenlere ma'ruz kalacakları kötü aakıbetleri haber vermek için, kendisinde hiç bir eğrilik yapmadığı, o dosdoğru kitabı (Kur'ânı) kulu (Muhammed sallellâhü aleyhi ve sellem) üzerine indiren Allaha hamd olsun.
Bir de «Allah evlat edindi» diyenleri uyarsın diye.
مَّا لَهُم بِهِۦ مِنۡ عِلۡمٖ وَلَا لِأٓبَآئِهِمۡۚ كَبُرَتۡ كَلِمَةٗ تَخۡرُجُ مِنۡ أَفۡوَٰهِهِمۡۚ إِن يَقُولُونَ إِلَّا كَذِبٗا ٥
Buna dâir ne kendilerinin ilmi vardır ne de babalarının, o ne büyük bir kelime ki ağızlarından çıkıyor, sırf bir yalan söylüyorlar.
Ne onların, ne de babalarının buna dair bilgileri vardır. O, ağızlarından çıkan ne büyük bir sözdür. Onlar yalnız ve yalnız yalan söylerler.
Bu konuda ne kendilerinin, ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ne büyük bir söz (bu) ağızlarından çıkan! Onlar ancak yalan söylüyorlar.
Ne onların, ne atalarının buna dâir hiç bir ilgisi yokdur. Ağızlarından çıkan söz ne büyük! Onlar yalandan başkasını söylemezler.
Allah'ın evlat edindiği konusunda ne onların ve ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Rastgele ağızlarından çıkan bu söz ne ağır bir iftiradır! Söyledikleri, yalandan başka bir şey değildir.
فَلَعَلَّكَ بَٰخِعٞ نَّفۡسَكَ عَلَىٰٓ ءَاثَٰرِهِمۡ إِن لَّمۡ يُؤۡمِنُواْ بِهَٰذَا ٱلۡحَدِيثِ أَسَفًا ٦
Şimdi bu söze inanmazlarsa belki arkalarından esef ile kendini üzeceksin.
Demek ki bu söze inanmayanların ardından üzülerek neredeyse kendini mahvedeceksin.
Demek sen, bu söze (Kur’an’a) inanmazlarsa, arkalarından üzülerek âdeta kendini tüketeceksin!
Demek, bu söze (Kur'ana) inanmazlarsa bir üzüntü duyarak arkalarından kendini aadetâ tüketeceksin!
Ey Muhammed, eğer onlar bu yeni mesaja (Kur'ana) inanmazlarsa, arkalarından duyacağın üzüntü sebebi ile neredeyse kendini mahvedeceksin.
إِنَّا جَعَلۡنَا مَا عَلَى ٱلۡأَرۡضِ زِينَةٗ لَّهَا لِنَبۡلُوَهُمۡ أَيُّهُمۡ أَحۡسَنُ عَمَلٗا ٧
Biz Yer yüzündeki şeyleri ona bir ziynet yaptık ki insanları imtihan edelim: hangisi daha güzel bir amel yapacak?
İnsanlardan hangisinin daha güzel amel işlediğini deneyelim diye, yeryüzünde olan şeylere bir süs verdik.
İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir zinet yaptık.
Biz yer üzerinde olan şeylere, onlara mahsus, birer zînet verdik, (insanların) hangisinin ameli daha güzel, onları imtihan edelim diye.
Biz dünyadaki her şeyi yeryüzünün süsü yaptık. Amacımız, insanları sınavdan geçirerek hangilerinin daha iyi işler yapacaklarını görmektir.
وَإِنَّا لَجَٰعِلُونَ مَا عَلَيۡهَا صَعِيدٗا جُرُزًا ٨
Bununla beraber şu da muhakkak ki biz onun üzerinde ne varsa hepsini bir kuru toprak etmekteyiz.
Şüphesiz ki Biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak haline getirebiliriz.
Biz, elbette (zamanı gelince) yeryüzündeki her şeyi bir kuru toprak hâline getireceğiz.
Bununla beraber biz onun üstünde olan şeyleri elbet kupkuru bir toprak yapanlarız.
Günü gelince yeryüzünün bütün gözalıcı yeşilliklerini kesinlikle kupkuru bir toprak düzlüğüne çevireceğiz.
أَمۡ حَسِبۡتَ أَنَّ أَصۡحَٰبَ ٱلۡكَهۡفِ وَٱلرَّقِيمِ كَانُواْ مِنۡ ءَايَٰتِنَا عَجَبًا ٩
Yoksa Eshab-ı Kehf-ü Rakıym bizim âyâtımızdan bir acîbe oldular mısandın.
Yoksa; sen, mağara ve kitabe ehlini şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?
Yoksa sen, (sadece) Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakîm’i mi bizim ibret verici delillerimizden sandın?
(Habîbim) sen, bizim âyetlerimiz içinde (yalınız) Kehf ve Rakıym yaranının ibrete şayan olduklarını mı sandın? (öyle değil).
Sen «Ashab-ı Kehf» ve «Ashab-ı Rakım» olayının, bizim şaşırtıcı mucizelerimizden biri olduğunu mu sanıyorsun?
إِذۡ أَوَى ٱلۡفِتۡيَةُ إِلَى ٱلۡكَهۡفِ فَقَالُواْ رَبَّنَآ ءَاتِنَا مِن لَّدُنكَ رَحۡمَةٗ وَهَيِّئۡ لَنَا مِنۡ أَمۡرِنَا رَشَدٗا ١٠
O vakit ki o genç yiğitler Kehfe çekildiler de şöyle dediler: Ya Rabbenâ! Bizlere ledünnünden bir rahmet ihsan eyle ve bizim için işimizden bir muvaffakıyyet hazırla.
Hani o yiğitler; mağaraya sığınmışlardı da: Rabbımız; bize katından rahmet ver, işlerimizde başarılı kıl, demişlerdi.
Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da, “Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır” demişlerdi.
O zaman o gene yeğitler mağaraya sığınmış (lar) dı da: «Ey Rabbimiz, bize tarafından bir rahmet ver ve işimizden bizim için bir muvaffakıyyet hazırla» demişlerdi.
Hani birkaç genç o mağaraya sığınmışlar ve «Ey Rabb'imiz, bize katından rahmet bağışla ve şu işimizde bize çıkış yolu göster» dediler.
فَضَرَبۡنَا عَلَىٰٓ ءَاذَانِهِمۡ فِي ٱلۡكَهۡفِ سِنِينَ عَدَدٗا ١١
Bunun üzerine müteaddin seneler kehifte kulakları üzerine vurduk.
Bunun üzerine yıllarca mağarada onların kulaklarına perde vurduk.
Bunun üzerine biz de nice yıllar onların kulaklarını (dış dünyaya) kapattık (Onları uyuttuk).
Bunun üzerine biz nice yıllar mağarada onların kulaklarına (perde) vurduk.
Bunun üzerine onları mağarada yıllarca uykuya yatırdık.
ثُمَّ بَعَثۡنَٰهُمۡ لِنَعۡلَمَ أَيُّ ٱلۡحِزۡبَيۡنِ أَحۡصَىٰ لِمَا لَبِثُوٓاْ أَمَدٗا ١٢
Sonra da onları ba'settik ki hep bilelim: iki hızbin hangisi bekledikleri gayeyi iyi hesap etmiş?
Sonra iki taraftan hangisinin bekledikleri sonucu daha iyi hesaplamış olduğunu belirtmek için onları uyandırdık.
Sonra onları uyandırdık ki, iki zümreden hangisinin bekledikleri süreyi daha iyi hesap ettiğini bilelim.
Sonra da onları uyandırdık, iki zümreden hangisi bekledikleri gayeyi daha iyi (zabt ve) hesâb edicidir, ayırd edelim diye.
Sonra iki gruptan hangisinin ne kadar uyuduklarını doğru olarak hesap edebileceğini belirlemek üzere onları uyandırdık.
نَّحۡنُ نَقُصُّ عَلَيۡكَ نَبَأَهُم بِٱلۡحَقِّۚ إِنَّهُمۡ فِتۡيَةٌ ءَامَنُواْ بِرَبِّهِمۡ وَزِدۡنَٰهُمۡ هُدٗى ١٣
Biz sana onların kıssalarını doğru olarak naklediyoruz: hakikat bunlar, bir kaç genç yiğit Rab’lerine iman ettiler, biz de hidayetlerini artırdık ve kalblerine rabıta verdik.
Sana; onların kıssalarını gerçek olarak anlatalım: Doğrusu onlar; Rabblarına inanmış, genç yiğitlerdi. Biz de onların hidayetini artırmıştık.
Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz: Şüphesiz onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık.
(Şimdi) sana onların kıssasını, hakıykatı vech ile, anlatalım: Doğrusu onlar Rablerine îman eden gene yeğitlerdi. Biz de onların hidâyetini artırmışdık.
Biz sana onların hikâyelerini doğru olarak anlatıyoruz. Onlar Râbb'lerine inanmış, bir grup gençti; onların hidayet bilincini arttırmıştık.
وَرَبَطۡنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمۡ إِذۡ قَامُواْ فَقَالُواْ رَبُّنَا رَبُّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ لَن نَّدۡعُوَاْ مِن دُونِهِۦٓ إِلَٰهٗاۖ لَّقَدۡ قُلۡنَآ إِذٗا شَطَطًا ١٤
O vakit ki kıyam ettiler de dediler: bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabb’i, biz ihtimali yok ondan başka bir ilâhe tapmayız, doğrusu o surette cidden saçma söylemiş oluruz.
Kalkıp da; Bizim Rabbımız göklerin ve yerin Rabbıdır; biz O'ndan başkasına tanrı demeyiz, yoksa andolsun ki; batıl söz söylemiş oluruz, dedikleri zaman kalblerini pekiştirmiştik.
(14-15) Kalkıp da, “Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O’ndan başkasına asla ilâh demeyiz. Yoksa andolsun ki saçma bir söz söylemiş oluruz. Şunlar, şu kavmimiz, O’ndan başka tanrılar edindiler. Onlar hakkında açık bir delil getirselerdi ya! Artık kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir?” dediklerinde onların kalplerine kuvvet vermiştik.
(14-15) Ve (zaalim hükümdarın önünde) dikilib de: «Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Biz ondan başkasına Tanrı demeyiz. (Dersek) o halde, andolsun ki, hakıykatden uzaklaşmış oluruz. Şunlar, şu bizim kavmimiz Ondan (Allahdan) başka Tanrılar edindiler. Bunların üzerine baari açık bir bürhan getirselerdi ya. Artık Allaha karşı yalan yere iftira edenlerden daha zaalim kimdir?» dedikleri zaman onların kalblerini (sabr ve sebat ile tamamen Hakka) bağlamışdık.
Kalplerini pekiştirmiştik. Hani, kâfirlerin karşısına dikilip şöyle demişlerdi; «Bizim Rabb'imiz, göklerin ve yerin Rabb'idir; O'ndan başkasına yalvarmayız, yoksa saçmalamış oluruz.»