بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَأَوۡفُواْ بِعَهۡدِ ٱللَّهِ إِذَا عَٰهَدتُّمۡ وَلَا تَنقُضُواْ ٱلۡأَيۡمَٰنَ بَعۡدَ تَوۡكِيدِهَا وَقَدۡ جَعَلۡتُمُ ٱللَّهَ عَلَيۡكُمۡ كَفِيلًاۚ إِنَّ ٱللَّهَ يَعۡلَمُ مَا تَفۡعَلُونَ ٩١
Bir de muahede ettiğinizde Allah’ın ahdini yerine getirin, ve sağlam sağlam ettiğiniz yeminleri bozmayın, nasıl olur ki ona Allah’ı kefil kilmıştınız, şüphe yok ki Allah, ne yaparsanız temamen bilir.
Ahidleştiğiniz zaman; Allah'ın ahdini yerine getirin. Pekiştirdiğiniz yeminleri bozmayın. ÇünküAllah'ı üzerinize kefil yapmışsınızdır. Muhakkak ki Allah; yaptıklarınızı bilir.
Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir.
Karşılıklı muaahede yapdığınız vakit Allahın ahdini yerine getirin. Sapasağlam etdiğiniz yeminleri bozmayın. (Nasıl otur ki) üzerinize Allâhı kefil yapmışsınızdır. Şübhe yok ki Allah ne yapacağınızı bilir.
Allah'a söz verdiğinizde verdiğiniz sözü tutunuz. Pekiştirdiğiniz yeminlerinizi bozmayınız. Çünkü söylediklerinize Allah'ı şahit tutmuş oluyorsunuz. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir.
وَلَا تَكُونُواْ كَٱلَّتِي نَقَضَتۡ غَزۡلَهَا مِنۢ بَعۡدِ قُوَّةٍ أَنكَٰثٗا تَتَّخِذُونَ أَيۡمَٰنَكُمۡ دَخَلَۢا بَيۡنَكُمۡ أَن تَكُونَ أُمَّةٌ هِيَ أَرۡبَىٰ مِنۡ أُمَّةٍۚ إِنَّمَا يَبۡلُوكُمُ ٱللَّهُ بِهِۦۚ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمۡ يَوۡمَ ٱلۡقِيَٰمَةِ مَا كُنتُمۡ فِيهِ تَخۡتَلِفُونَ ٩٢
Ve bir ümmet diğer bir ümmetten daha nemalı olduğu için yeminlerinizi aranızda bir hud'a ittihaz ederek o, ipliğini kat kat kuvvetle büktükten sonra sökmeye çalışan kadın gibi olmayın, her halde Allah sizi onunla imtihan eder ve elbette o ihtilâf etmekte olduğunuz şeyleri kıyamet günü size muhakkak beyan edecektir.
İpliğini iyice eğirip katladıktan sonra, söküp bozan kadın gibi olmayın. Bir ümmetin diğerinden daha çok olmasından ötürü yeminlerinizi aranızda aldatma vasıtası yapıyorsunuz. Allah, onunla sizi imtihan eder. Kıyamet günü ihtilaf ettiğiniz şeyleri elbette size beyan edecektir.
Bir topluluk diğer bir topluluktan daha (güçlü ve) çoktur diye yeminlerinizi aranızda bir hile ve fesat sebebi yaparak, ipliğini iyice eğirip büktükten sonra (tekrar) çözüp bozan kadın gibi olmayın. Allah, bununla sizi ancak imtihan eder. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size elbette açıklayacaktır.
İpliğini sağlamca bükdükden sonra söküb bozan (kadın) gibi olmayın. «Bir ümmet diğer bir ümmetden (malca ve sayıca) daha çokdur» diye yeminlerinizi aranızda bir hıyle ve fesâd (mevzuu) edinir misiniz? Her halde Allah sizi bununla imtihan eder. Hakkında ihtilâfa düşmekde olduğunuz şey'i ise O, kıyamet gününde elbette size açıklayacakdır.
Taraflardan biri diğerinden daha kalabalık, daha güçlüdür diye yeminlerinizi birbirinize karşı hile aracı olarak kullanmayınız, böylece eğirdiği yünü sağlam iplik haline getirdikten sonra tekrar tel tel çözen kadın gibi olmayınız. Çünkü Allah sizi bu yolla sınavdan geçirir. Kıyamet günü aranızdaki anlaşmazlık konularını size açıklayacaktır.
وَلَوۡ شَآءَ ٱللَّهُ لَجَعَلَكُمۡ أُمَّةٗ وَٰحِدَةٗ وَلَٰكِن يُضِلُّ مَن يَشَآءُ وَيَهۡدِي مَن يَشَآءُۚ وَلَتُسۡـَٔلُنَّ عَمَّا كُنتُمۡ تَعۡمَلُونَ ٩٣
Allah, dilese idi elbet hepinizi bir tek ümmet yapardı ve lâkin O, dilediğine dalâlet, dilediğine hidayet buyurur ve her halde hepiniz bütün yaptıklarınızdan mesul olacaksınız.
Allah dileseydi; sizi bir tek ümmet yapardı. Ama O; istediğini saptırır, istediğini doğru yola iletir. İşlediklerinizden muhakkak sorumlu tutulacaksınız.
Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.
Allah dileseydi sizi (hepinizi) bir tek ümmet yapardı. Şu kadar ki O, kimi dilerse onu sapıklıkda bırakır, kimi de dilerse onu hidâyete iletir. Yapageldiğiniz işlerden elbette mes'ûl olacaksınız.
Allah dileseydi, hepinizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Sizler yaptığınız işlerden kesinlikle sorguya çekileceksiniz.
وَلَا تَتَّخِذُوٓاْ أَيۡمَٰنَكُمۡ دَخَلَۢا بَيۡنَكُمۡ فَتَزِلَّ قَدَمُۢ بَعۡدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُواْ ٱلسُّوٓءَ بِمَا صَدَدتُّمۡ عَن سَبِيلِ ٱللَّهِ وَلَكُمۡ عَذَابٌ عَظِيمٞ ٩٤
Yeminlerinizi aranızda hud'a ve fesada vesile ittihaz etmeyin ki sonra sağlam basmışken bir ayak kayar ve Allah yolundan saptığımız için fena acı tadarsınız, Âhiret’te de size pek büyük bir azâb olur.
Yeminlerinizi aranızda hile ve bozgun vesilesi yapmayın. Çünkü bu yüzden sağlamca yere basmakta olan ayak, kayabilir. Allah yolundan alıkoyduğunuz için kötü bir azab tadarsınız. Ve sizin için büyük bir azab vardır.
Yeminlerinizi aranızda hile ve fesat sebebi yapmayın. Sonra sağlamca bastıktan sonra ayak(larınız) kayar da Allah yolundan sapmanız sebebiyle kötü azabı tadarsınız. (Ahirette de) sizin için büyük bir azap vardır.
Yeminlerinizi aranızda hıyle ve fesâd (mevzuu) edinmeyin. Çünkü sapasağlam yerleşdikden sonra (öyle) bir ayak kayar (ki)! Allahın yolundan sapdığınıza karşılık (dünyâda) fena azâb tadacaksınız. (Âhiretde) hakkınız (daha) büyük bir azâbdır.
Yeminlerinizi birbirinize karşı hile aracı kullanmayınız. Yoksa yere sağlam basan ayaklarınız kayıyor ve başkalarının Allah yoluna girmelerine engel olmanızın sonucu olarak ızdırap çekersiniz, ayrıca ahirette de büyük bir azaba çarpılırsınız.
وَلَا تَشۡتَرُواْ بِعَهۡدِ ٱللَّهِ ثَمَنٗا قَلِيلًاۚ إِنَّمَا عِندَ ٱللَّهِ هُوَ خَيۡرٞ لَّكُمۡ إِن كُنتُمۡ تَعۡلَمُونَ ٩٥
Allah’ın ahdini cüzî bir bedele değişmeyin her halde Allah yanındaki sizin için daha hayırlıdır, eğer bilir iseniz.
Allah'ın ahdini az bir pahaya değişmeyin. Eğer bilirseniz; Allah katında olan, sizin için daha hayırlıdır.
Allah’a verdiğiniz sözü az bir karşılığa değişmeyin. Eğer bilirseniz, şüphesiz Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır.
Allahın ahdini az bir bahâya satmayın (satıp değişmeyin). Allah indindeki (nusret ve sevab yok mu?) sizin için hayırlı olan ancak odur, eğer bilirseniz...
Allah'a vermiş olduğunuz sözü birkaç paraya satmayınız. Çünkü gerçeğin bilincindeyseniz, Allah'ın katındaki ödül sizin için daha hayırlıdır.
مَا عِندَكُمۡ يَنفَدُ وَمَا عِندَ ٱللَّهِ بَاقٖۗ وَلَنَجۡزِيَنَّ ٱلَّذِينَ صَبَرُوٓاْ أَجۡرَهُم بِأَحۡسَنِ مَا كَانُواْ يَعۡمَلُونَ ٩٦
Sizin yanınızdaki tükenir, Allah’ın yanındaki ise bâkîdir, elbette biz o sabredenlere yaptıkları amelin daha güzelile ecirlerini muhakkak vereceğiz.
Sizin yanınızdaki tükenir. Allah'ın katında olanlar ise sonsuzdur. Sabredenlere mükafatlarını, yaptıklarının daha güzeli ile ödeyeceğiz.
Sizin yanınızdaki tükenir, Allah katında olan ise kalıcıdır. Elbette sabredenlere, yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.
Sizin nezdinizdeki tükenir, Allahın indindeki ise baakıydir. Sabredenlerin mükâfatını biz yapmakda olduklarının daha güzeliyle vereceğiz muhakkak.
Sizin yanınızdaki tükenir, fakat Allah'ın katındaki kalıcıdır, süreklidir. Biz sabredenleri, yaptıkları iyiliklerin en güzel karşılıkları ile ödüllendireceğiz.
مَنۡ عَمِلَ صَٰلِحٗا مِّن ذَكَرٍ أَوۡ أُنثَىٰ وَهُوَ مُؤۡمِنٞ فَلَنُحۡيِيَنَّهُۥ حَيَوٰةٗ طَيِّبَةٗۖ وَلَنَجۡزِيَنَّهُمۡ أَجۡرَهُم بِأَحۡسَنِ مَا كَانُواْ يَعۡمَلُونَ ٩٧
Erkekten dişiden her kim mü'min olarak iyi bir amel işlerse muhakkak ona hoş bir hayat yaşatacağız ve yapmakta oldukları amellerin daha güzeli ile ecirlerini muhakkak vereceğiz.
Kadın olsun, erkek olsun; her kim, inanmış olarak iyi amel işlerse; ona hoş bir hayat yaşatacağız. Mükafatlarını yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz.
Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.
Gerek erkekden, gerek kadından kim, o mü'min olarak, iyi amel (ve hareket) de bulunursa hiç şübhesiz onu (dünyâda) çok güzel bir hayat ile yaşatırız ve (o gibilere) her halde yapageldiklerinin daha güzeliyle ecir veririz.
İman etmiş olan hangi erkek ya da kadın, eğer iyi amel işlerse, ona dünyada mutlu bir hayat yaşatırız, böylelerini ahirette de yaptıkları iyiliklerin en güzel karşılığı ile ödüllendiririz.
فَإِذَا قَرَأۡتَ ٱلۡقُرۡءَانَ فَٱسۡتَعِذۡ بِٱللَّهِ مِنَ ٱلشَّيۡطَٰنِ ٱلرَّجِيمِ ٩٨
Şimdi Kur'an okuduğun vakit evvelâ Allah’a sığın o recîm şeytandan.
Kur'an okuyacağın zaman; kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.
Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.
Haydi Kur'an okuduğun (okumak istediğin) zaman o koğulmuş şeytandan Allaha sığın.
Ey Muhammed, Kur'an okuyacağınız zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.
إِنَّهُۥ لَيۡسَ لَهُۥ سُلۡطَٰنٌ عَلَى ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَعَلَىٰ رَبِّهِمۡ يَتَوَكَّلُونَ ٩٩
Hakikat bu ki iman edip de Rab’lerine tevekkül edenler üzerine onun sultası yoktur.
Doğrusu inananlar ve yalnız Rabblarına güvenenler üzerinde, onun bir nüfuzu yoktur.
Gerçek şu ki; şeytanın, inanan ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur.
Hakıykat şudur ki îman edenler ve Rablerine güvenib dayananlar üzerinde onun hiç bir haakimiyyeti yokdur.
Çünkü şeytanın, Rabblerine sığınan mü'minler üzerinde hiçbir nüfuzu, hiçbir etkinliği yoktur.
إِنَّمَا سُلۡطَٰنُهُۥ عَلَى ٱلَّذِينَ يَتَوَلَّوۡنَهُۥ وَٱلَّذِينَ هُم بِهِۦ مُشۡرِكُونَ ١٠٠
Onun sultası ancak onu veliy ittihaz edenlere ve Allah’a şirk koşanlaradır.
Onun nüfuzu; sadece onu dost edinenler ve Allah'a şirk koşanlar üzerindedir.
Şeytanın hâkimiyeti, sadece onu dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.
Onun zoru ancak onu yâr edinmekde olanlara ve onu kendisine (Allaha) eş koşanlara karşıdır.
Şeytanın, sadece onu dost edinenler ve Allah'a ortak koşanlar üzerinde, nüfuzu ve etkinliği vardır.
وَإِذَا بَدَّلۡنَآ ءَايَةٗ مَّكَانَ ءَايَةٖ وَٱللَّهُ أَعۡلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُوٓاْ إِنَّمَآ أَنتَ مُفۡتَرِۭۚ بَلۡ أَكۡثَرُهُمۡ لَا يَعۡلَمُونَ ١٠١
Bir âyeti bir âyetin yerine bedel yaptığîmız vakit Allah indirdiğine ve indireceğine alem iken o şeytan yârânı: "Sen sırf bir müfterisin" dediler, hayır onların çoğu bilmezler.
Biz, bir ayetin yerine başka bir ayet getirdiğimiz zaman; Allah ne indirdiğini gayet iyi bilirken, onlar: Sen sadece uyduruyorsun, derler. Hayır onların çoğu bunu bilmezler.
Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygamber’e, “Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.
Biz bir âyeti diğer bir âyetin yerine (bunu nesh ederek) getirdiğimiz vakit — ki Allah neyi indireceğini çok iyi bilendir — dediler ki: «Sen ancak bir iftiracısın». Hayır, onların pek çoğu bilmezler.
Biz herhangi bir ayeti başka bir ayetle değiştirdiğimiz zaman kâfirler sana «Sen bunu yalandan uyduruyorsun» derler. Oysa Allah kullarına ne mesaj indireceğini herkesden iyi bilir. Aslında onların çoğu gerçeği bilmiyorlar.