بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَلَهُۥ مَا فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَلَهُ ٱلدِّينُ وَاصِبًاۚ أَفَغَيۡرَ ٱللَّهِ تَتَّقُونَ ٥٢
Hem göklerde yerde ne varsa onun, din de daima onundur, öyle iken siz Allah’ın gayrisinden mi korkuyorsunuz?
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Din de sürekli olarak O'nundur. Yoksa Allah'tan başkasından mı sakınıyorsunuz?
Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İtaat de daima O’na olmalıdır. Öyle iken siz Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?
Göklerde ne var, yerde ne varsa (hepsi) Onundur. Tâat de dâima Onadır. Böyle iken haalâ Allahdan başkasından mı korkuyorsunuz?
Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. İtaat mercii sürekli olarak hep O'dur. Siz Allah'dan başkasından mı korkuyorsunuz?
وَمَا بِكُم مِّن نِّعۡمَةٖ فَمِنَ ٱللَّهِۖ ثُمَّ إِذَا مَسَّكُمُ ٱلضُّرُّ فَإِلَيۡهِ تَجۡـَٔرُونَ ٥٣
Hem sizde nimet namına her ne varsa hep Allah’dandır, sonra size keder dokunduğu zaman da hep ona feryad edersiniz.
Sizdeki her nimet, Allah'tandır. Sonra bir sıkıntıya uğradığınızda yalnız O'na sığınırsınız.
Size ulaşan her nimet Allah’tandır. Sonra size bir sıkıntı ve zarar dokunduğu zaman yalnız O’na yalvarır yakarırsınız.
Size ulaşan her ni'met Allahdandır. Sonra size her hangi bir keder ve musîybet dokunduğu zaman ancak Ona tezarru ve feryâd edersiniz.
Yararlandığınız her nimet Allah'dandır. Sonra başınıza bir sıkıntı gelince yalnız O'na yalvarırsınız.
ثُمَّ إِذَا كَشَفَ ٱلضُّرَّ عَنكُمۡ إِذَا فَرِيقٞ مِّنكُم بِرَبِّهِمۡ يُشۡرِكُونَ ٥٤
Sonra sizden o kederi açtığı zaman da içinizden bir kısmı derhal Rab’lerine şirk ederler.
Sonra sıkıntınızı giderince de içinizden bir grup; Rabblarına şirk koşarlar.
Sonra sizden o sıkıntıyı giderince, bir de bakarsınız, içinizden bir kısmı Rablerine ortak koşar.
Nihayet O, sizden bu keder ve musıybeti açıb giderdiği vakit ise içinizden bir takımları, bakarsınız ki, Rablerine eş tutuyorlar.
Arkasından sıkıntınızı giderince, içinizden bazıları hemen Rabblerine ortak koşarlar.
لِيَكۡفُرُواْ بِمَآ ءَاتَيۡنَٰهُمۡۚ فَتَمَتَّعُواْ فَسَوۡفَ تَعۡلَمُونَ ٥٥
Kendilerine verdiğimiz nimeti küfrân ile karşılamak için şimdi zevk edin bakalım fakat yarın bileceksiniz.
Kendilerine verdiğimize nankörlük etmeleri için. Geçinin bakalım, yakında bileceksiniz.
Kendilerine verdiğimiz nimetlere karşı nankörlük etmek için böyle yaparlar. Bir süre daha faydalanın bakalım! Yakında bileceksiniz!
(Bunu) kendilerine verdiğimiz (nimetler) e karşı nankörlük etmeleri için (yaparlar). Öyle ise eğlenedurun! Yakında (akıbetinizi) bileceksiniz.
Böylece, kendilerine verdiğimiz nimetlere karşı nankörlük ederler. «Dünya nimetleri ile oyalanın bakalım, yakında gerçeği öğreneceksiniz.»
وَيَجۡعَلُونَ لِمَا لَا يَعۡلَمُونَ نَصِيبٗا مِّمَّا رَزَقۡنَٰهُمۡۗ تَٱللَّهِ لَتُسۡـَٔلُنَّ عَمَّا كُنتُمۡ تَفۡتَرُونَ ٥٦
Bir de bizim kendilerine merzuk kıldığımız şeylerden tutuyorlar ilim şanından olmayan nesnelere bir nasîb ayırıyorlar, tAllahi siz bu yaptığınız iftiralardan mutlak mes'ul olacaksınız.
Kendilerine verdiğimiz rızıktan, bilmediklerine pay ayırırlar. Allah'a andolsun ki; uydurup durduğunuz şeylerden muhakkak sorguya çekileceksiniz.
Bir de kendilerine rızık olarak verdiklerimizden (mahiyetini) bilmedikleri şeylere (putlara) pay ayırıyorlar. Allah’a andolsun ki, uydurmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.
Kendilerine rızk olarak verdiğimizden onlar, o bilmezler, (o putlar) için hisse ayırırlar. Allaha andolsun ki düzmekde olduğunuz (bu iftiralar) dan elbette mes'ul olacaksınız.
Kendilerine verdiğimiz rızıktan bilmediklerine hisse çıkarırlar. Allah’a andolsun ki uydurup durduğunuz şeylerden muhakkak suale çekileceksiniz.
وَيَجۡعَلُونَ لِلَّهِ ٱلۡبَنَٰتِ سُبۡحَٰنَهُۥ وَلَهُم مَّا يَشۡتَهُونَ ٥٧
Allah’a kızlar da isnad ediyorlar, hâşâ o sübhane, kendilerine ise canlarının istediği.
Onlar; Allah'a kızlar isnad ederler. O'nun sanı yücedir. Hoşlandıkları da kendilerinindir.
Onlar, kızları Allah’a nispet ediyorlar -ki O, bundan uzaktır- kendilerine ise, canlarının istediğini.
Bir de onlar Allaha kızlar isnâd ederler. Haaşâ, O (nun şanı) münezzehdir. Kendilerinin candan isteyegeldikleri (oğlan çocuğuna gelince:) bu da onlarındır!
Onlar, Allah'a kız çocuklarını mal ederler ki, O bu yakıştırmadan uzaktır, canlarının istediği erkek çocuklarını ise kendilerine ayırırlar.
وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُم بِٱلۡأُنثَىٰ ظَلَّ وَجۡهُهُۥ مُسۡوَدّٗا وَهُوَ كَظِيمٞ ٥٨
Halbuki onların birine dişi müjdelendiği vakit öfkesinden yüzü simsiyah oluyor.
Onlardan birine bir kızı olduğu müjdelenirse; içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilir.
Onlardan biri, kız ile müjdelendiği zaman içi öfke ile dolarak yüzü simsiyah kesilir!
Onlardan birine kız (doğumu) müjdesi verilince, kendisi pek öfkeli olarak, yüzü simsiyah kesilir.
Onlardan birine kız çocuğu olduğu müjdesi verildiğinde, üzüntüden yüzü simsiyah kesilir.
يَتَوَٰرَىٰ مِنَ ٱلۡقَوۡمِ مِن سُوٓءِ مَا بُشِّرَ بِهِۦٓۚ أَيُمۡسِكُهُۥ عَلَىٰ هُونٍ أَمۡ يَدُسُّهُۥ فِي ٱلتُّرَابِۗ أَلَا سَآءَ مَا يَحۡكُمُونَ ٥٩
Verilen müjdenin sui tesiriyle kavminden gizleniyor, hakaret üzere onu tutacak mı? Yoksa toprağa mı gömecek? Bak ne fena hükümler veriyorlar.
Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan gizlenmeye çalışır. Utana utana onu tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün? Bakın ne kötü hükmediyorlar.
Kendisine verilen kötü müjde (!) yüzünden halktan gizlenir. Şimdi onu, aşağılanmış olarak yanında tutacak mı, yoksa toprağa mı gömecek? Bak, ne kötü hüküm veriyorlar!
Verilen müjdenin te'siriyle kavmden gizlenir. O (doğa) nı (sağ bırakıb) hakaaretle mi tutacak, yoksa onu toprağa mı gömecek (kendi kendine düşünür) Bak, hükmedegeldikleri (bu) şey ne kötüdür!
Aldığı kara haberden dolayı tanıdıklarına görünmekten kaçınır. Aşağılanmaya katlanarak onu alıkoysun mu, yoksa toprağa mı gömsün diye düşünür. Baksana, ne kötü hüküm veriyorlar!
لِلَّذِينَ لَا يُؤۡمِنُونَ بِٱلۡأٓخِرَةِ مَثَلُ ٱلسَّوۡءِۖ وَلِلَّهِ ٱلۡمَثَلُ ٱلۡأَعۡلَىٰۚ وَهُوَ ٱلۡعَزِيزُ ٱلۡحَكِيمُ ٦٠
Âhiret’e imana olmayanlar için kötülük meseli sıfatlar var, Allah için ise en yüksek sıfatlar, ve Azîz odur, Hakîm O.
Ahirete inanmayanlar kötülük örneğidirler. En yüce örnek ise Allah'ındır. O; Aziz'dir, Hakim'dir.
Kötü sıfatlar ahirete inanmayanlara aittir. En yüce sıfatlar ise Allah’ındır. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Âhirete îman etmeyenlerin (işte böyle) kötü sıfat (lar) ı vardır. En yüce mesel (vasıflar) ise Allahındır. O, mutlak kaadirdir, tam hüküm ve hikmet saahibidir.
Ahirete inanmayanlar her konuda kötülüğün örneğini oluştururlar. Allah ise yüceliğin örneğidir. O üstün iradelidir ve her işi yerindedir.
وَلَوۡ يُؤَاخِذُ ٱللَّهُ ٱلنَّاسَ بِظُلۡمِهِم مَّا تَرَكَ عَلَيۡهَا مِن دَآبَّةٖ وَلَٰكِن يُؤَخِّرُهُمۡ إِلَىٰٓ أَجَلٖ مُّسَمّٗىۖ فَإِذَا جَآءَ أَجَلُهُمۡ لَا يَسۡتَـٔۡخِرُونَ سَاعَةٗ وَلَا يَسۡتَقۡدِمُونَ ٦١
Maamafih Allah insanları zulümleriyle muahaze ediverse idi yer yüzünde bir deprenen bırakmazdı, velâkin onları mukadder bir ecele kadar tehir eder, ecelleri geldiği vakit de bir saat ne geriletebilirler, ne öne geçebilirler.
Şayet Allah, zulümlerinden dolayı insanları yakalayacak olsaydı; yeryüzünde bir tek canlı bırakmazdı. Fakat onları belli bir müddete kadar tehir eder. Müddetleri dolunca onu ne bir an geciktirebilirler, ne de bir an öne alabilirler.
Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği zaman ise ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.
Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden muâhaze edecek Olsaydı (yer) üstünde hiç bir canlı mahluk bırakmazdı. Fakat O, bunları (insanları kendisince) adlandırılmış (takdîr edilmiş) bir müddete kadar gecikdirir. Ecelleri (vakıfları) geldiği zaman ise onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.
Eğer Allah, zalimce davranışlarından ötürü insanların, hemen yakasına yapışsa yeryüzünde bir tek canlıyı sağ bırakmazdı. Fakat o insanlara belirli bir sürenin sonuna kadar mühlet tanır. Süreleri dolunca onu, ne bir an erteleyebilirler ve ne de öne alabilirler.
وَيَجۡعَلُونَ لِلَّهِ مَا يَكۡرَهُونَۚ وَتَصِفُ أَلۡسِنَتُهُمُ ٱلۡكَذِبَ أَنَّ لَهُمُ ٱلۡحُسۡنَىٰۚ لَا جَرَمَ أَنَّ لَهُمُ ٱلنَّارَ وَأَنَّهُم مُّفۡرَطُونَ ٦٢
Hem Allah’a kendilerinin hoşlanmıyacakları şeyler isnad ediyorlar, hem de dilleri kendilerine yalan söylüyor: en güzel akibet onlarınmış! Doğrusu ateş onların, hem onlar ona en önde gidecekler.
Hoşlanmadıklarını Allah'a mal ederler. Dilleri de güzel şeylerin kendilerinde olduğunu yalan yere söyler durur. Şüphesiz cehennem onlarındır. Ve onlar, gerçekten aşırı gidenlerdir.
Hoşlarına gitmeyen şeyleri Allah’a isnad ederler. En güzel sonuç kendilerininmiş diye dilleri de yalan uyduruyor. Hiç şüphe yok ki onlara cehennem vardır ve onlar oraya en önde sokulacaklardır.
Onlar Allah kendilerinin bile hoşlanmamakda oldukları şeyleri isnâd ederler, dilleri de yalan yere en güzel (aakıbet) in muhakkak kendilerine has olduğunu söyler. Hiç şüphe yokdur ki onların hakkı ateşdir ve onlar (cehennemin) öncüler (i) dir.
Hoşlarına gitmeyen şeyleri Allah'a yakıştırırlar. Buna rağmen en güzel akıbet kendilerinin olacak diye asılsız kuruntular gevelerler. Oysa, hiç kuşku yok ki, yerleri cehennemdir, oraya öncelikle gireceklerdir.