بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَكَذَٰلِكَ أَخۡذُ رَبِّكَ إِذَآ أَخَذَ ٱلۡقُرَىٰ وَهِيَ ظَٰلِمَةٌۚ إِنَّ أَخۡذَهُۥٓ أَلِيمٞ شَدِيدٌ ١٠٢
Ve işte Rabbin medeniyetleri zulmederlerken çarptığı vakit böyle çarpar, çünkü onun muahazesi çok elîm, çok şiddetlidir. Her halde bunda Âhiret azâbından korkanlar için muhakkak bir ibret vardır, o öyle bir gündür ki onun için insanlar toplanacak, hem öyle bir gün ki mutlak görülecektir.
İşte böyledir Rabbının yakalayışı; kasabaların zalim halkını yakaladığı zaman. Çünkü O'nun yakalaması hem şiddetli, hem de acıklıdır.
Zulme sapmış memleketlerin halkını yakaladığında, Rabbinin yakalaması işte böyledir! Şüphesiz O’nun yakalaması can yakıcı ve şiddetlidir.
Rabbinin yakalayışı — (ahâlîsi) zulmeder halde bulunan memleketleri yakaladığı zaman — işte böyle (olur). Şübhesiz ki Onun çarpması (cezası) pek acıklıdır, pek çetindir.
İşte Rabbin, zalim halkların şehirlerinin yakasından tutunca böyle tutar. Hiç kuşkusuz O'nun yakaya yapışması pek sert ve acıklıdır.
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَأٓيَةٗ لِّمَنۡ خَافَ عَذَابَ ٱلۡأٓخِرَةِۚ ذَٰلِكَ يَوۡمٞ مَّجۡمُوعٞ لَّهُ ٱلنَّاسُ وَذَٰلِكَ يَوۡمٞ مَّشۡهُودٞ ١٠٣
Ve işte Rabbin medeniyetleri zulmederlerken çarptığı vakit böyle çarpar, çünkü onun muahazesi çok elîm, çok şiddetlidir. Her halde bunda Âhiret azâbından korkanlar için muhakkak bir ibret vardır, o öyle bir gündür ki onun için insanlar toplanacak, hem öyle bir gün ki mutlak görülecektir.
Muhakkak ki ahiret azabından korkanlar için, bunda ayet vardır. O gün; bütün insanların toplanacağı gündür ve o, görülecek gündür.
Şüphesiz, ahiret azabından korkanlar için bunda bir ibret vardır. Bu, insanların (hesap ve ceza için) toplanacakları bir gündür. Bu, herkesin toplanıp bir araya geleceği bir gündür.
Bunda (bu kıssalarda) âhiret azabından korkanlar için kat'î birer ibret vardır. O, bütün insanların bir arada toplanmış olacakları bir gündür. O, (istisnasız bütün halkın) haazır olacakları bir gündür.
Ahiret azabından korkanlar için bu olaylardan çıkarılacak dersler vardır. O gün tüm insanların toplantı günüdür, herkes o günün canlı tanığı olacaktır.
وَمَا نُؤَخِّرُهُۥٓ إِلَّا لِأَجَلٖ مَّعۡدُودٖ ١٠٤
Ve biz onu ancak sayılı bir ecel için tehir ediyoruz. O geleceği gün hiç bir nefis, tekellüm edemez, ancak onun izmile başka, artık kimi bedbaht kimi mesud.
Biz, o günü, ancak sayılı bir süreye kadar erteleriz.
Biz onu ancak belirli bir zamana kadar erteliyoruz.
Biz onu (kıyaamet gününü) ancak sayılı bir müddet için gecikdiririz.
Biz o günü, sadece sayılı günlerin sonuna kadar erteliyoruz.
يَوۡمَ يَأۡتِ لَا تَكَلَّمُ نَفۡسٌ إِلَّا بِإِذۡنِهِۦۚ فَمِنۡهُمۡ شَقِيّٞ وَسَعِيدٞ ١٠٥
Ve biz onu ancak sayılı bir ecel için tehir ediyoruz. O geleceği gün hiç bir nefis, tekellüm edemez, ancak onun izmile başka, artık kimi bedbaht kimi mesud.
O gün gelince; Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır.
O gün geldiği zaman Allah’ın izni olmadan hiçbir kimse konuşamaz. Onlardan mutsuz (cehennemlik) olanlar da vardır, mutlu (cennetlik) olanlar da.
Gelecek olan o günde Allahdan izinsiz hiç bir kimse konuşmaz. Artık onlardan kimi şakıy (bedbaht), kimi de saîd (bahtiyar) dir.
O gün geldiğinde Allah'ın izni olmadıkça hiç kimse konuşamaz. O gün kimi insanlar mutlu, kimisi ise bedbahttır.
فَأَمَّا ٱلَّذِينَ شَقُواْ فَفِي ٱلنَّارِ لَهُمۡ فِيهَا زَفِيرٞ وَشَهِيقٌ ١٠٦
Şimdi bedbaht olanlar ateştedirler, orada onlara öyle bir soluyuş ve hıçkırış vardır ki.
Bedbahtlara gelince; onlar, cehennenmdedirler. Orada yüksek sesle solurlar.
Mutsuz olanlara gelince; cehennemdedirler. Onların orada şiddetli bir soluyuşları vardır.
Şakıy olanlara gelince: Onlar ateşdedirler ki orada (çok fecî) bir nefes alıb vermeleri vardır onların.
Bedbahtların varacakları yer cehennem ateşidir. Onların orada ahlandıkları, vahlandıkları, hırıltılı seslerle inledikleri duyulur.
خَٰلِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ ٱلسَّمَٰوَٰتُ وَٱلۡأَرۡضُ إِلَّا مَا شَآءَ رَبُّكَۚ إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٞ لِّمَا يُرِيدُ ١٠٧
Onlar, orada Semavât ve arz durdukça muhalled olacaklar ancak Rabbin’in dilediği müddet başka, çünkü Rabbin dilediğini yapandır.
Gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Rabbının dilediği müddet başka. Muhakkak ki Rabbın, dilediğini elbette yapandır.
Onlar, gökler ve yerler durdukça orada ebedî olarak kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Şüphesiz Rabbin istediğini yapandır.
Gökler ve yer durdukça orada ebedî kalıcıdırlar. Rabbinin dilediği (müddet) başka. Çünkü Rabbin ne dilerse hakkıyle onu yapandır.
Gökler ile yer durdukça, Rabbinin dileği uyarınca cehennemlikler orada sürekli kalacaklardır. Hiç kuşkusuz Rabbin neyi isterse onu yapar.
۞ وَأَمَّا ٱلَّذِينَ سُعِدُواْ فَفِي ٱلۡجَنَّةِ خَٰلِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ ٱلسَّمَٰوَٰتُ وَٱلۡأَرۡضُ إِلَّا مَا شَآءَ رَبُّكَۖ عَطَآءً غَيۡرَ مَجۡذُوذٖ ١٠٨
Amma mes'ud olanlar cennettedirler, Rabbin’in dilediği müddetten başka Semavât ve arz durdukça onlar onda muhalled kalacaklar, bir atâ ki kesilmesi yok.
Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça temelli kalacaklardır orada. Rabbının dilediği başka. Bu, ardı arkası kesilmeyen bir vergidir.
Mutlu olanlara gelince, gökler ve yerler durdukça içinde ebedî kalmak üzere cennettedirler. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Bu, onlara ardı kesilmez bir lütuf olarak verilmiştir.
Mes'ud olanlara gelince: Onlar da cennetdedirler. Rabbinin dilediği (müddet) müstesna olmak üzere gökler ve yer durdukça onlar orada ebedî kalıcıdırlar. (Bu), bir lütf-ü ihsandır ki (tükenib) kesilmesi yokdur.
Mutluların varacakları yer ise cennettir. Gökler ile yer durdukça Rabbinin dileği uyarınca cennetlikler kesintisiz bir bağış olarak orada sürekli kalacaklardır.
فَلَا تَكُ فِي مِرۡيَةٖ مِّمَّا يَعۡبُدُ هَٰٓؤُلَآءِۚ مَا يَعۡبُدُونَ إِلَّا كَمَا يَعۡبُدُ ءَابَآؤُهُم مِّن قَبۡلُۚ وَإِنَّا لَمُوَفُّوهُمۡ نَصِيبَهُمۡ غَيۡرَ مَنقُوصٖ ١٠٩
O halde sakın şunların ibadet edişlerinden şüpheye düşme başka değil atalarının ibadeti gibi ibadet ediyorlar, biz de elbet kendilerine tamamı ile nasîblerini veririz.
Öyleyse bunların taptıkları şeyler konusunda sakın şüphede olma. Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar. Onların paylarını eksiksiz ödeyeceğiz.
(Ey Muhammed!) Şunların taptıkları şeylerin batıl olduğu konusunda şüpheye düşme. Onlar sadece, daha önce babalarının taptığı gibi tapıyorlar. Şüphesiz biz onlara (azaptan) paylarını eksiksiz olarak tastamam vereceğiz.
Artık onların tapmakda oldukları şeyler (in kendilerini ne feci akıbetlere sürükleyeceğin) den şübhe içinde olma. Onlar, daha evvelden ataları nasıl tapıyorlar idiyse (başka suretle değil) tıbkı onun gibi tapıyorlar. Biz de elbet nasıyblerini (cezalarını) eksiksiz vericiyiz.
Ey Muhammed, şu müşriklerin taptıkları ilahların düzmece oldukları konusunda sakın kuşkun olmasın. Onlar vaktiyle atalarının yaptıkları gibi asılsız ilahlara tapıyorlar. Onlara hakettikleri karşılığı eksiksiz olarak vereceğiz.
وَلَقَدۡ ءَاتَيۡنَا مُوسَى ٱلۡكِتَٰبَ فَٱخۡتُلِفَ فِيهِۚ وَلَوۡلَا كَلِمَةٞ سَبَقَتۡ مِن رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيۡنَهُمۡۚ وَإِنَّهُمۡ لَفِي شَكّٖ مِّنۡهُ مُرِيبٖ ١١٠
Kasem olsun ki Musâ’ya kitabı verdik de onda ihtilâf edildi, Rabbin’den bir kelime sebk etmiş olmasa idi elbette aralarında hüküm verilmiş bitmişti, ve her halde onlar bundan kuşkulu bir şekk içindedirler.
Andolsun ki; Musa'ya kitabı verdik de hakkında ihtilafa düştüler. Eğer Rabbından bir söz geçmiş olmasaydı; aralarında hüküm verilmiş bitmişti bile. Doğrusu onlar, bundan yana şiddetli bir tereddüd ve şüphe içindedirler.
Andolsun, biz Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik de onun hakkında ayrılığa düşülmüştü. Eğer daha önce Rabbinin bir sözü geçmemiş olsaydı, elbette aralarında hüküm verilirdi. Onlar da (müşrikler de) o Kur’an hakkında derin bir şüphe içindedirler.
Andolsun ki biz Musâya o kitabı (Tevrâtı) verdik de onun hakkında da ihtilâf edildi. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı elbette aralarında (şimdiye kadar) hüküm verilmiş bitmişdi bile. Hakıykat onlar (senin kavmin) bu (Kur'an) dan yana şiddetli bir tereddüd ve şübhe içindedirler.
Musa'ya kitap verdik, fakat bu kitap (Tevrat) hakkında insanlar görüş ayrılığına düştüler. Eğer Rabbinin daha önce verilmiş kesin hükmü olmasaydı, o anlaşmazlığa düşenler hakkında çoktan hüküm verilirdi. Onlar Tevrat konusunda koyu bir kuşku içindedirler.
وَإِنَّ كُلّٗا لَّمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمۡ رَبُّكَ أَعۡمَٰلَهُمۡۚ إِنَّهُۥ بِمَا يَعۡمَلُونَ خَبِيرٞ ١١١
Ve hakikat her biri öyle kimselerdir ki lâbüd Rabbin kendilerine ametlerini tamamı ile ödeyecektir çünkü O, her ne yapıyorlarsa habîrdir.
Hiç şüphe yok ki Rabbın; herkese amellerinin karşılığını tamamen ödeyecektir. Muhakkak ki O; yaptıklarınızdan haberdardır.
Şüphesiz Rabbin onların her birine, yaptıklarının karşılığını tastamam verecektir. Şüphesiz Rabbin onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.
Şübhesiz Rabbin, her birinin amellerini (amellerinin karşılığını) onlara tam olarak verecekdir. Çünkü O, ne yapıyorlarsa (hepsinden) hakkıyle haberdârdır.
Kuşku yok ki, Rabbin onların tümüne davranışlarının karşılığını tam olarak verecektir. Hiç şüphesiz, O, onların neler yaptıklarından haberdardır.
فَٱسۡتَقِمۡ كَمَآ أُمِرۡتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطۡغَوۡاْۚ إِنَّهُۥ بِمَا تَعۡمَلُونَ بَصِيرٞ ١١٢
Onun için emr olunduğun gibi doğruluk et: sen ve beraberinde tevbe eden de aşırı gitmeyin, çünkü o her ne yaparsanız basîrdir.
Öyleyse sen, emrolunduğun gibi dosdoğru hareket et. Beraberindeki tevbe edenler de. Aşırı gitmeyin. Çünkü O, yaptıklarınızı görür.
Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.
O halde sen [habîbim), maiyyetindeki tevbe edenlerle beraber, emr olunduğun vech ile, dosdoğru hareket et. Aşırı gitmeyin. Çünkü O, ne yaparsanız (hepsini) hakkıyle görücüdür.
Ey Muhammed, sana emredildiği gibi dosdoğru ol; yanındaki eski sapıklıklarından tevbe edenler de öyle olsunlar. Sakın ölçüleri aşmayınız. Hiç kuşkusuz Allah bütün yaptıklarınızı görür,