بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
قَالُوٓاْ إِنَّآ أُرۡسِلۡنَآ إِلَىٰ قَوۡمٖ مُّجۡرِمِينَ ٣٢
“Biz” dediler, “mücrim bir kavme gönderildik.
Dediler ki: «Biz suçlu bir kavme gönderildik.»
Onlar şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavme (Lût'un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik."
لِنُرۡسِلَ عَلَيۡهِمۡ حِجَارَةٗ مِّن طِينٖ ٣٣
Üzerlerine çamurdan taşlar salmak için.
Ki onların üzerine çamurdan taşlar salalım;
Onlar şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavme (Lût'un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik."
مُّسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ لِلۡمُسۡرِفِينَ ٣٤
Rabbinin nezdinde damgalanmışlar müsrifler için”.
Rabbinin katında, haddi aşanlar için işaretlenmiş taşlar.
Onlar şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavme (Lût'un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik."
فَأَخۡرَجۡنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ ٱلۡمُؤۡمِنِينَ ٣٥
Bi’n-netice orada bulunan mü’minleri çıkardık.
Orada mü'minlerden kim varsa çıkardık.
Orada (Lût'un yöresinde) bulunan mü'minleri çıkardık.
فَمَا وَجَدۡنَا فِيهَا غَيۡرَ بَيۡتٖ مِّنَ ٱلۡمُسۡلِمِينَ ٣٦
Fakat bir hâneden başka orada müslüman da bulmadık.
Zaten orada bir ev halkından başka müslüman da bulamadık.
Zâten orada bir ev halkindan baska müslüman bulamadik.
وَتَرَكۡنَا فِيهَآ ءَايَةٗ لِّلَّذِينَ يَخَافُونَ ٱلۡعَذَابَ ٱلۡأَلِيمَ ٣٧
Ve öyle elîm azabdan korkacaklar için orada bir âyet bıraktık.
Acı azabdan korkanlar için orada bir ibret bıraktık.
Orada, elem dolu azapdan korkacaklar için bir ibret bıraktık.
وَفِي مُوسَىٰٓ إِذۡ أَرۡسَلۡنَٰهُ إِلَىٰ فِرۡعَوۡنَ بِسُلۡطَٰنٖ مُّبِينٖ ٣٨
Bir de Mûsâ’da ki onu bir sultân-ı mübîn ile Firavun’a gönderdik de
Musa'nın başından geçenlerde de ibretler vardır. Onu apaçık bir delille Fir'avn'a gönderdik.
Mûsâ kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu açık bir delil ile Firavun'a göndermiştik.
فَتَوَلَّىٰ بِرُكۡنِهِۦ وَقَالَ سَٰحِرٌ أَوۡ مَجۡنُونٞ ٣٩
o bütün kuvvetiyle tersine gitti: “sâhir veya mecnun” dedi.
Fir'avn ordusuyla birlikte yüz çevirmiş ve «Musa, ya bir büyücü ya da bir delidir» dedi.
O ise kuvvetine güvenerek yüz çevirdi ve "Bu bir büyücü veya delidir" dedi.
فَأَخَذۡنَٰهُ وَجُنُودَهُۥ فَنَبَذۡنَٰهُمۡ فِي ٱلۡيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٞ ٤٠
Onun üzerine Biz de tuttuk kendisini ve ordularını deryâya fırlatıverdik, nâmertlik ederken o leîm.
Sonunda onu ve ordularını yakalayıp denize attık. O, kınanmayı haketmişti.
Bunun üzerine biz de kendisini ve ordularını yakalayıp denize attık. O ise (pişman olmuş), kendini kınıyordu.
وَفِي عَادٍ إِذۡ أَرۡسَلۡنَا عَلَيۡهِمُ ٱلرِّيحَ ٱلۡعَقِيمَ ٤١
Bir de Âd’da, ki üzerlerine o köklerini kesen rîh-i akīm’i salıvermiştik.
Ad kavminde de ibretler vardır. Onlara kasıp kavuran rüzgarı göndermiştik.
Ad kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgarı göndermiştik.
مَا تَذَرُ مِن شَيۡءٍ أَتَتۡ عَلَيۡهِ إِلَّا جَعَلَتۡهُ كَٱلرَّمِيمِ ٤٢
Uğradığı bir şeyi bırakmıyor, mutlak onu çürütüp kül gibi ediyordu.
Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip savuruyordu.
Üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül ediyordu.