بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَبِٱلۡأَسۡحَارِ هُمۡ يَسۡتَغۡفِرُونَ ١٨
Ve seher vakitleri hep istiğfar ederlerdi.
Seher vaktinde de istiğfar ederlerdi.
Seherlerde bağışlama dilerlerdi.
وَفِيٓ أَمۡوَٰلِهِمۡ حَقّٞ لِّلسَّآئِلِ وَٱلۡمَحۡرُومِ ١٩
Ve mallarında sâil ve mahrum için bir hak vardı.
Mallarında dilenci ve yoksul için bir hak vardı.
Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.
وَفِي ٱلۡأَرۡضِ ءَايَٰتٞ لِّلۡمُوقِنِينَ ٢٠
Arzda da âyetler var iykan ehli için.
Kesin inanacak insanlar için yeryüzünde nice deliller vardır.
(20-21) Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
وَفِيٓ أَنفُسِكُمۡۚ أَفَلَا تُبۡصِرُونَ ٢١
Nefislerinizde de, halâ görmiyecekmisiniz.
Kendi canlarınızda da nice deliller vardır. Görmüyor musunuz?
(20-21) Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
وَفِي ٱلسَّمَآءِ رِزۡقُكُمۡ وَمَا تُوعَدُونَ ٢٢
Semâ’da da rızkınız ve o vaadolunduğunuz.
Rızkınız da, size va'dedilen azab da göktedir.
Gökte rızkınız ve size vaad olunan şeyler vardır.
فَوَرَبِّ ٱلسَّمَآءِ وَٱلۡأَرۡضِ إِنَّهُۥ لَحَقّٞ مِّثۡلَ مَآ أَنَّكُمۡ تَنطِقُونَ ٢٣
İşte o göğün ve yerin Rabbi’ne kasem ederim ki o şüphesiz haktır sizin nâtık olmanız gibi.
Göklerin ve yerin Rabb'ine and olsun ki bu vaad, sizin konuşmanız kadar kesin ve gerçektir.
Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki o (size va’dolunanlar), sizin konuşmanız gibi gerçektir.
هَلۡ أَتَىٰكَ حَدِيثُ ضَيۡفِ إِبۡرَٰهِيمَ ٱلۡمُكۡرَمِينَ ٢٤
Geldi mi sana İbrahim’in ikram edilen müsafirlerinin kıssası?
İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?
(Ey Muhammed!) İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi?
إِذۡ دَخَلُواْ عَلَيۡهِ فَقَالُواْ سَلَٰمٗاۖ قَالَ سَلَٰمٞ قَوۡمٞ مُّنكَرُونَ ٢٥
O vakit ki üzerine girdiler de "Selam sana!" dediler. "Selâm, görülmedik bir kavim" dedi.
Onlar, İbrahim'in yanına girip «Selam sana» demişlerdi, İbrahim de: «Selam size» demişti. İçinden de, onların «tanınmamış bir topluluk» olduklarını geçirmişti.
Hani onlar, İbrahim’in yanına varmışlar ve “Selâm olsun sana!” demişlerdi. O da “Size de selâm olsun.” demiş, “Bunlar tanınmamış (yabancı) kimseler” (diye düşünmüştü).
فَرَاغَ إِلَىٰٓ أَهۡلِهِۦ فَجَآءَ بِعِجۡلٖ سَمِينٖ ٢٦
Hemen bir bahâne ile ehline gitti, bir semiz daha getirdi de.
Gizlice ailesinin yanına gitti, semiz bir buzağı getirdi
Hissettirmeden ailesinin yanına gidip, (pişirilmiş) semiz bir buzağı getirdi.
فَقَرَّبَهُۥٓ إِلَيۡهِمۡ قَالَ أَلَا تَأۡكُلُونَ ٢٧
Onu yakınlarına koydu, yemeğe buyurmaz mısınız? Dedi.
Onu, önlerine yaklaştırdı «Yemez misiniz?» dedi.
Onu önlerine koydu. “Yemez misiniz?” dedi.
فَأَوۡجَسَ مِنۡهُمۡ خِيفَةٗۖ قَالُواْ لَا تَخَفۡۖ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَٰمٍ عَلِيمٖ ٢٨
O vakit onlardan içine bir korku düştü korkma dediler ve kendisine Alim bir oğlan tebşir ettiler.
Yemediklerini görünce içine bir korku düştü. «Korkma» dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler.
(Yemediklerini görünce) onlardan İbrahim’in içine bir korku düştü. Onlar, “korkma” dediler ve onu bilgin bir oğul ile müjdelediler.