بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَمَآ أَمۡوَٰلُكُمۡ وَلَآ أَوۡلَٰدُكُم بِٱلَّتِي تُقَرِّبُكُمۡ عِندَنَا زُلۡفَىٰٓ إِلَّا مَنۡ ءَامَنَ وَعَمِلَ صَٰلِحٗا فَأُوْلَٰٓئِكَ لَهُمۡ جَزَآءُ ٱلضِّعۡفِ بِمَا عَمِلُواْ وَهُمۡ فِي ٱلۡغُرُفَٰتِ ءَامِنُونَ ٣٧
Sizi (mânevî derecelerle) huzurumuza yaklaştıracak olan mallarınız ve çocuklarınız (itibariyle fazlalık) değildir. Ancak iman edip de salih âmel işleyen (bize yaklaşır). İşte bunlar (o kimselerdir ki), yaptıklarına karşılık kendilerine kat kat mükâfat vardır ve onlar cennetin yüksek makamlarında emniyet içindedirler.
وَٱلَّذِينَ يَسۡعَوۡنَ فِيٓ ءَايَٰتِنَا مُعَٰجِزِينَ أُوْلَٰٓئِكَ فِي ٱلۡعَذَابِ مُحۡضَرُونَ ٣٨
Âyetlerimizi reddetmek için yarışırcasına gayret sarfedenler ise, onlar cehennem azabına hazırlanmışlardır.
قُلۡ إِنَّ رَبِّي يَبۡسُطُ ٱلرِّزۡقَ لِمَن يَشَآءُ مِنۡ عِبَادِهِۦ وَيَقۡدِرُ لَهُۥۚ وَمَآ أَنفَقۡتُم مِّن شَيۡءٖ فَهُوَ يُخۡلِفُهُۥۖ وَهُوَ خَيۡرُ ٱلرَّٰزِقِينَ ٣٩
(Ey Rasûlüm) de ki: “-Gerçekten Rabbim kullarından dilediği kimseye rızkı genişletir ve ona daraltır. Her neyi hayra harcarsanız, Allah, onun arkasından (dünya ve âhirette) karşılığını verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
وَيَوۡمَ يَحۡشُرُهُمۡ جَمِيعٗا ثُمَّ يَقُولُ لِلۡمَلَٰٓئِكَةِ أَهَٰٓؤُلَآءِ إِيَّاكُمۡ كَانُواْ يَعۡبُدُونَ ٤٠
(Allah) kıyamette o kâfirleri hep bir arada toplayacak, sonra meleklere: “-Şunlar (dünyada) size mi tapıyorlardı?” buyuracaktır.
قَالُواْ سُبۡحَٰنَكَ أَنتَ وَلِيُّنَا مِن دُونِهِمۖ بَلۡ كَانُواْ يَعۡبُدُونَ ٱلۡجِنَّۖ أَكۡثَرُهُم بِهِم مُّؤۡمِنُونَ ٤١
(Melekler şöyle) diyecekler: “-(Senden başkasına ibadet edilmekten) seni tenzih ederiz. Bizim sığınacak velimiz onlar değil, sensin. Doğrusu onlar cinlere (şeytanlara) tapıyorlardı, çoğu onlara inanmışlardı.”
فَٱلۡيَوۡمَ لَا يَمۡلِكُ بَعۡضُكُمۡ لِبَعۡضٖ نَّفۡعٗا وَلَا ضَرّٗا وَنَقُولُ لِلَّذِينَ ظَلَمُواْ ذُوقُواْ عَذَابَ ٱلنَّارِ ٱلَّتِي كُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ ٤٢
İşte o gün (kıyamette) birbirinize ne bir fayda vermeğe, ne de bir zarar etmeğe gücünüz yetmez. O kâfirlere (nefislerine zulmedenlere) diyeceğiz ki:” - (Dünyada) inkâr edip durduğunuz ateşin azabını tadın bakalım.”
وَإِذَا تُتۡلَىٰ عَلَيۡهِمۡ ءَايَٰتُنَا بَيِّنَٰتٖ قَالُواْ مَا هَٰذَآ إِلَّا رَجُلٞ يُرِيدُ أَن يَصُدَّكُمۡ عَمَّا كَانَ يَعۡبُدُ ءَابَآؤُكُمۡ وَقَالُواْ مَا هَٰذَآ إِلَّآ إِفۡكٞ مُّفۡتَرٗىۚ وَقَالَ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ لِلۡحَقِّ لَمَّا جَآءَهُمۡ إِنۡ هَٰذَآ إِلَّا سِحۡرٞ مُّبِينٞ ٤٣
Karşılarında açık açık âyetlerimiz okunduğu zaman, dediler ki: “- Bu kimse, başka değil, sırf sizi atalarınızın taptığı putlardan alıkoymak istiyen bir adamdır.” (Kur’an hakkında da): “-Bu başka bir şey değil, sırf uydurulmuş bir iftiradır.” söylediler. O kâfirlere Kur’an gelince de: “- Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.
وَمَآ ءَاتَيۡنَٰهُم مِّن كُتُبٖ يَدۡرُسُونَهَاۖ وَمَآ أَرۡسَلۡنَآ إِلَيۡهِمۡ قَبۡلَكَ مِن نَّذِيرٖ ٤٤
Halbuki biz, onlara, (Allah’a ortak koşmanın doğruluğuna delil olacak) öyle ders alacakları kitaplar vermedik ve kendilerine senden evvel azap ile korkutucu bir peygamber de göndermedik.
وَكَذَّبَ ٱلَّذِينَ مِن قَبۡلِهِمۡ وَمَا بَلَغُواْ مِعۡشَارَ مَآ ءَاتَيۡنَٰهُمۡ فَكَذَّبُواْ رُسُلِيۖ فَكَيۡفَ كَانَ نَكِيرِ ٤٥
Onlardan (o Mekke kâfirlerinden) öncekiler de, (peygamberlerini) yalanlamışlardı; hem de bunlar, evvelki kâfirlere (mal, evlâd ve ömür gibi şeylerden) verdiklerimizin onda birine ermediler; peygamberimizi tekzip ettiler de beni inkâr edişin sonu nasıl oldu?
۞ قُلۡ إِنَّمَآ أَعِظُكُم بِوَٰحِدَةٍۖ أَن تَقُومُواْ لِلَّهِ مَثۡنَىٰ وَفُرَٰدَىٰ ثُمَّ تَتَفَكَّرُواْۚ مَا بِصَاحِبِكُم مِّن جِنَّةٍۚ إِنۡ هُوَ إِلَّا نَذِيرٞ لَّكُم بَيۡنَ يَدَيۡ عَذَابٖ شَدِيدٖ ٤٦
(Ey Rasûlüm, Mekke kâfirlerine) de ki: “- Size sadece bir tek nasihat edeceğim: Allah için, (tarafgirlik için değil, gerçeği anlamak için) ikişer ikişer ve teker teker (peygamberin meclisinden) kalkarsınız, sonra da iyi düşünürsünüz; arkadaşınızda cinnetten eser yoktur. O, yalnız şiddetli bir azabın önünde sizi korkutan bir peygamberdir.”
قُلۡ مَا سَأَلۡتُكُم مِّنۡ أَجۡرٖ فَهُوَ لَكُمۡۖ إِنۡ أَجۡرِيَ إِلَّا عَلَى ٱللَّهِۖ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيۡءٖ شَهِيدٞ ٤٧
(Ey Rasûlüm, onlara) de ki: “- (Tebliğimden dolayı) sizden bir ücret istemedim; ücret sizin olsun. Benim mükâfatım ancak Allah’a aiddir. O, her şeye (bütün yaptıklarınıza) şahiddir.”