Sûrenin Adı
İlk kelime olan "Rahman", sureye ad olarak verilmiştir. Bu ad, surenin muhtevasıyla da alakalıdır. Zira surenin
içinde baştan sona kadar Allah'ın rahmeti ve rahmetinin tezahürleri zikredilmiştir.
Nüzul Zamanı
Genellikle müfessirlerin tümü, bu surenin Mekki olduğu görüşündedirler. Gerçi bazı rivayetler, İbn Abbas, İkrime ve
Katade'nin bu sureyi Medeni olarak niteledikleri şeklinde ise de, bu rivayetler diğerlerine ters düşmektedir. Ayrıca
surenin muhtevası, diğer Mekki surelerle kuvvetli bir benzerlik göstermektedir. Hatta bu benzerlikler, surenin
Hicretten çok önceleri Mekke'de nazil olduğunu teyid etmektedir.
Esma binti Ebu Bekir, şöyle bir rivayette bulunur: "Ben Rasulullah'ı Harem-i Şerif'te, Hacer'ul-Esved'in bulunduğu
köşede gördüm. O dönemde henüz, "sana vahyedileni açıkça tebliğ et" ayeti nazil olmamıştı. Ancak müşrikler, Rasulullah
namaz kılarken, "Febi eyyi alai Rabbikuma tukezziban" (şimdi Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?" kelimelerini
işitiyorlardı." (Müsned-i Ahmed) Bu rivayetten anlaşıldığına göre bu sure, Hicr Suresi'nden önce nazil olmuştur.
İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, Rasulullah bir defasında, Rahman Suresi'ni okumuş (ya da bu sure onun huzurunda
okunmuş) ve sonra "Niçin sizlerden cinlerin, Rabbine verdiği gibi bir cevap işitmiyorum?" demiş Sahabe "O cevap nedir
ya Rasulullah?" diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a) şöyle cevap vermiştir:
"Ben 'Şimdi Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?'" ayetini okuduğumda onlar "La bişeyyin min nimeti Rabbina
nukezzibu" (Biz Rabbimizin hiçbir nimetini yalanlamıyoruz) dediler. (Bezzar, İbn Cerir, İbn Münzir, Darekutni, İbn
Merduyye).
Aynı olay, Cabir b. Abdullah'ın rivayetinde şu ifadeler ile nakledilmiştir: "Rahman Suresi'ni dinledikten sonra
ortalığı bir sessizlik kapladı. Bunun üzerine Rasulullah, "Ben bu sureyi cinlerin Kur'an dinlemek için geldikleri gece
okuduğumda, onların cevabı bundan çok daha iyi idi.
Ben, "Ey cinler ve insanlar topluluğu..... şimdi Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz" ayetini okuduğumda onlar
"Ey Rabbimiz Senin hiçbir nimetini yalanlamıyoruz. Hamd sadece sanadır." dediler." (Tirmizi, Hakim ve Hafız Ebu Bekir
el-Bezzar)
Bu rivayetlerden, Ahkaf: 29-33'de bildirilen, cinlerin Kur'an'ı dinleme olayının kastedildiği anlaşılmaktadır.
Nübüvvetin 10. yılında, Rasulullah Taif yolculuğundan dönerken Nahle vadisinde bir süre dinlenmiş ve namaz esnasında
Rahman Suresi'ni okurken kendisini cinler dinlemiştir. Bazı rivayetlere göre, Rasulullah, okuduğu Kur'an'ın başkaları
tarafından dinlendiğini biliyordu. Ya da Allah'ın, elçisine daha sonra bu hususu bildirip cinlerin verdiği cevabı
aktarmış olması da mümkündür.
Ancak Rahman Suresi'nin, Hicr ve Ahkâf surelerinden önce nazil olduğu kesinlikle anlaşılmaktadır. Yine başka bir
rivayetten anlaşıldığına göre Rahman Suresi'nin, Mekke'nin ilk döneminde nazil olan surelerden biri olduğu kesinlik
kazanmaktadır. İbn İshak, Urve b. Zübeyr'den bu olayı şöyle nakleder: "Bir gün Ashab kendi arasında, Kureyşlilerin
hiçbir zaman Kur'an'ı dinlememiş olduklarını ve dolayısıyla bir kez bile olsa onlara Kur'an'ı açıktan dinletecek olan
şahsın kim olacağı hususunda konuşuyorlardı. İbn Mes'ud "Bu işi ben yaparım" deyince sahabeler, "Sana eziyet
etmelerinden çekiniyoruz. Aramızda bu işi yapacak kimse öyle biri olmalı ki, kabilesi güçlü olsun, zira Kureyşliler
kendisine bir zarar vermeye kalkıştıklarında, kabilesi onu savunur" dediler. İbn Mes'ud ise, "Siz bu işi yapmama izin
verin, beni Allah muhafaza eder" dedi ve hemen ertesi gün sabahleyin Kureyş'in ileri gelenleri Harem-i Şerif'te sohbet
ederlerken, O Kâbe'de Makam-ı İbrahim'e giderek, Rahman Suresi'ni yüksek sesle okumaya başladı. Kafirler önce İbn
Mes'ud'un ne okuduğunu anlamadılar fakat kısa bir süre sonra O'nun, Allah'ın Rasulullah'a indirdiği ayetleri okuduğunu
farkedince, ona saldırıp, yüzüne-gözüne vurmaya başladılar.
Fakat O buna rağmen Rahman Suresi'ni okumaya devam ederek, gücü yettiğince okumaktan vazgeçmedi ve sonunda
arkadaşlarının yanına, oldukça perişan bir halde döndü. O'nu bu halde görünce arkadaşları "İşte biz de bundan
korkuyorduk" dediler. İbn Mes'ud ise şöyle cevap verdi: "Allah'ın düşmanlarını, karşımda bugünkü kadar zavallı
görmedim. Şayet isterseniz yarın yine gidebilirim". Arkadaşları ona, "Bu kadarı kafi. Sen onlara dinlemek
istememelerine rağmen, dinlettin dediler." (İbn Hişam c. I sh: 336)
Konu
Bu sure, Kur'an'da, insanlar ile birlikte irade sahibi bir diğer varlık olan cinlere de hitap eden tek suredir. Yani,
hem insanlara, hem de cinlere hitab edilmek suretiyle, Allah'ın sayısız nimet ve kudretine dikkat çekilmiş ve bu nimet
ve kudret karşısında insanların ve cinlerin acz ve çaresizliğine işaret edilerek, onların Allah'ın karşısındaki
sorumlulukları vurgulanmıştır. Ayrıca, Allah'a karşı gelmenin ve itaat etmemenin kötü sonuçları ile ona teslim olup,
itaat etmenin hayırlı sonuçları anlatılmıştır. Kur'an'ın diğer bölümlerinde, cinlerin de insanlar gibi sorumluluk
sahibi varlıklar olduğu, aralarında Müslümanların ve kafirlerin bulunduğu, Allah'a itaat edenlerin de, isyan edenlerin
de, peygamberlere ve kitaplara iman edenlerin de, etmeyenlerin de mevcut olduğu beyan edilmiştir. Ancak bu surede,
Kur'an'ın ve Hz. Peygamber'in (s.a) çağrısının sadece insanları değil, cinleri de kapsadığı açık bir ifade ile beyan
edilmektedir.
Surenin başlangıcında hitap insanlaradır; zira yeryüzünün hilafeti onlara verilmiş, peygamberler insanların arasından
çıkmış ve semavi kitaplar yine insanların dilinde nazil olmuştur. Ancak 13. ayette insanlarla cinlere birlikte hitap
edilerek, her iki varlığa da aynı çağrı yapılmıştır.
Bu sure, kısa kısa cümlelerden oluşmuş bir tertibe sahiptir.
1-4. Bu Kur'an Allah tarafından nazil olmuştur ve insanlara hidayet vererek doğru yolu göstermek, Allah'ın rahmetinin
bir gereğidir. İnsanları akıl ve şuur sahibi olarak yaratan da O'dur.
5-6. Kainatın tüm nizamı Allah'ın izniyle devam etmektedir ve Ona tabidir. Bu konuda hiçkimsenin bir müdahalesi
sözkonusu değildir.
7-9. Allah, bu kainatın nizamını adalet üzere inşa etmiştir. Bu yüzden, bu nizamın tabi sınırları içinde kalın ve
kuralları bozup hududa tecavüz ederek dengeyi bozmayın.
10-25. Allah'ın yaratmış olduğu harikulade mükemmeliyete işaret edilerek, insanların kendilerinden (gece ve gündüz)
yararlandıkları nimetlere dikkat çekilmiştir.
26-30. İnsanlara ve cinlere hitap edilerek, evrendeki herşeyin geçici ve fani olduğuna, ancak Allah'ın zatının bundan
müstesna bulunduğu gerçeğine dikkatleri çekilmiştir. Dolayısıyla küçük-büyük her mahluk, varlığını sürdürebilmek için
Allah'a muhtaçdır. Çünkü evrendeki her olay, O'nun izin ve emrine binaen vuku bulmaktadır.
31-36. Her iki varlığa da (İns ve Cin) yakında kendilerine hesap sorulacağı, hiçkimsenin ise bu sorgulamadan
kaçamayacağı ve kurtulamayacağı bildirilmektedir. Çünkü Allah, ins ve cinni her tarafından kuşatmıştır. "Kaçabilirseniz
eğer, kaçın bakalım!"
37-38. Bu hesap kıyamet günündedir.
39-45. Suçlu olan insanların ve cinlerin kötü akibetleri bildirilmiştir.
46-78. İnsanlara ve cinlere verilecek olan mükafaat hakkında bahsedilerek, bu mükafatın kendilerine, dünyada iken
Allah'dan korkarak ve bu idrak içerisinde yaşadıkları için verileceği söylenmiştir.
Bu sure bir hitabe biçimindedir. Coşku ve belağat dolu olan bu hitabede, Allah'ın kudretinin mükemmelliği, O'nun
Cebbar ve Kahhar oluşu birer birer anlatılmıştır. Ceza ve mükafaat en ince ayrıntılarıyla beyan edilerek insanlara ve
cinlere şöyle sorulmuştur: "Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?"
Biz ileride "alai" kelimesinin geniş bir anlamda kullanıldığına değineceğiz. Çünkü bu kelime, sure içerisinde çeşitli
yerlerde, çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Cin ve insanlara soru şeklinde yöneltilen bir ifade, mahal ve mevki
itibariyle özel anlamlar taşımaktadır.
Kaynak: Mevdûdî - Tefhimu'l Kur'an