Sûrenin Adı
Birinci ayetteki "nasr" kelimesi sureye isim olmuştur.
Nüzul Zamanı
İbn Abbas, bu surenin, Kur'an'ın son suresi olduğunu söylemiştir. Yani bundan sonra tam olarak bir sure nazil
olmamıştır. < Çeşitli rivayetlerden anlaşılıyor ki bu sureden sonra bazı ayetler nazil olmuştur. Ama hangi ayetler
olduğunda ihtilaf vardır. Ayrıca Rasullullah'a son nazil olan ayet hakkında da ihtilaf vardır. Buharî ve Müslim'de,
Bera b. Azib'ten şöyle rivayet edilmiştir: "Nisa suresinin son ayeti, en son nazil olan ayettir." Buharî, İbn
Abbas'tan, Kur'an4ın en son nazil olan ayetinin riba'nın haramlığı hakkındaki ayet olduğu kavlini nakletmiştir. Bunu
ahmed, İbn Mace ve İbn Merduye'nin Hz. Ömer'den naklettikleri rivayet teyid etmektedir. Ancak bu rivayette sözkonusu
ayetin, son nazil olan ayet olduğu söylenmemiştir. Aslında Hz. Ömer'in kavli, bu ayetin en son nazil olan ayetler
(Bakara 273'den, 283'e kadar) Kur'an'da nazil olan son ayetlerdir. Neseî, İbn Merduye ve İbn Cerîr İbn Abbas'ın diğer
bir kavlini naklederek Bakara Suresinin 281. ayetinin, son nazil olan ayet olduğunu söylemişlerdir. El-Feryabî,
tefsirinde, bu ayetin Rasulullah'a ölümünden 81 gün önce nazil olduğuna dair İbn Abbas'ın kavlini nakletmiştir. Said
b. Cübeyr'in kavlini nakleden İbn Ebi Hatim de, bu ayetin nüzulu ile Rasulullah'ın vefatı arasında 9 gün olduğunu
belirtir. Ahmed, Müsned'de ve Hakim, Müstedrek'te Ubey b. Ka'b'tan, Tevbe Suresininin 128-129. ayetlerinin en son
nazil olan ayetler olduklarını zikreder.> (Müslim, Neseî, Taberanî, İbn Ebi Şeybe, İbn Merduye).
İbn Ömer'den bu surenin Veda Haccı'nda, teşrik günleri sırasında Mina'da nazil olduğu rivayet edilmiştir. Rivayete
göre Rasulullah daha sonra devesinin sırtına çıkıp meşhur hutbesini okumuştur. (Tirmizî, Bezzar, Beyhakî, İbn Ebi
Şeybe, Abd b. Humayd, Ebu Ya'la, İbn Merduye).
Beyhakî Kitabü'l Hac'da, Serra b. Nebhan'dan Rasulullah'ın o meşhur hutbesini nakletmiştir. Serra demiştir ki, ben
Veda Haccı'nda Rasulullah'ın söylediklerini duydum. Şöyle dedi: "Ey insanlar biliyor musunuz bugün hangi gündür?" Orada
bulunanlar: "Allah ve Rasulü daha iyi bilir" diye cevap verdiler. Rasulullah: "Bugün, teşrik gününün orta günüdür"
dedi. Sonra şöyle buyurdu: "Biliyor musunuz bu yer hangi yerdir? Oradakiler: "Allah ve Rasulü daha iyi bilir" dediler.
Rasulullah: "Burası meş'ar-i haram'dır" buyurdu. Daha sonra şöyle buyurdu: "Bilmiyorum, bundan sonra belki sizi
göremeyebilirim. Dikkat edin, kanınız ve şerefiniz birbiriniz için haramdır. Bugün, bu yerde haram olduğu gibi.
Rabbinizin huzuruna çıkıp, amelleriniz hakkında sorulacağınız zamana kadar bu haramlık sürecektir. İyi dinleyin, bu
söylediğim yakın ve uzaktakilere ulaşsın. Dinleyin, size tebliğ ettim mi?". Biz Medine'ye döndükten kısa bir süre sonra
Rasulullah ahirete irtihal etti.
Bu iki rivayeti birarada okuyunca, Nasr suresinin nüzulu ile Rasulullah'ın vefatı arasında üç ay ve birkaç günlük bir
süre geçtiği anlaşılır. Tarihlere göre, Veda Haccı ile Rasulullah'ın vefatı arasında ancak bu kadar zaman geçmiştir.
İbn Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: Rasulullah'a bu sure nazil olduğunda; "Bu benim vefatımı bildirmektedir.
Vaktim gelmiştir" dedi. (Ahmed, İbn Cerir, İbn Münzir, İbn Merduye). İbn Abbas'tan ikinci rivayet de şöyledir:
Rasulullah, bu surenin nazil olmasından, bu dünyadan ayrılacağının haberi olduğunu anlamıştır. (Ahmed, İbn Cerir,
Taberanî, İbn Ebi Hatim, İbn Merduye).
Ümmü'l Mü'minin Ümmü Habibe şöyle buyurmuştur: Bu sure nazil olduğunda Rasulullah, "bu sene vefat edeceğim" dedi.
Bunu duyan Hz. Fatıma ağlamaya başladı. Rasulullah bunun üzerine şöyle buyurdu: "Ailemden bana ilk kavuşan sen
olacaksın." Fatıma bunu duyunca güldü. (İbn Ebi Hatim, İbn Merduye). Hemen hemen aynı muhtevaya sahip bir rivayeti
Beyhakî, İbn Abbas'tan rivayet etmiştir.
İbn Abbas şöyle buyurmuştur: Hz. Ömer (r.a), Bedir gazvesine katılan büyüklerin toplantısına beni de çağırdı. Onların
arasına girmek pek hoşuma gitmezdi. O büyükler Hz. Ömer'e: "Bu çocuk bizim çocuklarımız gibidir. Özellikle bunu,
toplantılarımıza niçin çağırıyorsun" dediler. (Buharî ve İbn Cerir, bu sözü söyleyenin Abdurrahman b. Avf olduğunu
açıklamışlardır.)
Hz. Ömer şöyle buyurdu: "İlim bakımından bu çocuğun makamını biliyor musunuz." Bir gün Hz. Ömer'in, beni bu
büyüklerin toplantılarına her zaman niçin çağırdığını ispat etmek için beni de davet ettiğini anladım. Hz. Ömer sohbet
sırasında Bedir ehlinin büyüklerine şöyle sordu: "Nasr suresi hakkında ne dersiniz?" Bazıları şöyle dedi: "Bize
Allah'ın nusreti gelip fetih nasip olduğunda, Allah'a hamd ve istiğfar etmemiz emredildi." Bazıları: "Bundan murad
şehir ve kalelerin fethidir" dediler. Bazıları da sessiz kaldılar. Hz. Ömer daha sonra: "İbn Abbas, sen de aynı şekilde
mi düşünüyorsun, sen ne dersin?" dedi. Ben "Hayır" dedim. Hz. Ömer: "Sen ne diyorsun?" dedi. Ben: "Bundan murad
Rasulullah'ın ecelidir" dedim. "Bu surede Rasulullah'a, Allah'ın nusretinin gelip fetih nasip olmasının, eceline işaret
olduğu bildirilmiştir. Ondan sonra Allah'a hamd ve istiğfar etmesi emredilmiştir" dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ben
de senin dediklerinden başka bir şey bilmiyorum" dedi.
Bir rivayette Hz. Ömer'in, Bedir ehlinin büyüklerine şöyle buyurduğu da kayıtlıdır: "Bu gencin toplantımıza
katılmasına hâlâ itiraz ediyor musunuz? O'nu bu toplantıya çağırmamın sebebini herhalde anladınız." (Buharî, Ahmed,
Tirmizî, İbn Cerir, İbn Merduye, Beğavî, Beyhakî, İbn Münzir.)
Konu
Yukarıda zikerdilen rivayetlerden anlaşılıyor ki, bu surede Allah (c.c.) Rasulullah'a, Arabistan'da İslam'ın zaferi
kemale erdikten sonra ve insanlar grup grup dine girdiklerinde bunun anlamının, bu dünyadaki misyonunun sona ermesi
olduğunu bildirmiştir. Ondan sonra Rasulullah'a, hamd ve Allah'ı tesbih ile meşgul olması emredilmiştir. Çünkü O,
Allah'ın lütfu ile büyük bir işi başarıyla tamamlamıştır. Görevi yerine getirirken işlediği zaaf ve eksikliklerden
dolayı Allah'tan af dilemelidir. Buradaki önemli nokta, bir Nebi ile dünyevî önder arasındaki farkın ne kadar büyük
olduğudur. Bir dünyevî öndere, dünyada büyük bir inkılâb yapmak nasip olsa, o kişi törenler düzenleyerek önderliğinden
gurur duyar. Ama burada Allah'ın peygamberi, 23 sene gibi kısa bir sürede bir kavmin akide, düşünce, ahlâk, kültür,
medeniyet, muaşeret, siyaset, iktisat ve savaş anlayışını değiştirerek, cahiliyeye boğulmuş bu kavmi bütün dünyaya
hâkim olacak bir duruma getirmesine ve dünyanın bütün kavimlerine önder olmaya lâyık hâle kavuşturmasına rağmen, böyle
büyük bir başarının sonunda törenler düzenleyip gururlanmak yerine, Allah'a hamd edip mağfiret dilemesi ve O'nu tesbih
etmesi emredilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.) de bütün acziyle bu emri yerine getirmekle meşgul olmuştur.
Hz. Aişe şöyle buyurmuştur: Rasulullah vefatından önce şu cümleyi çokça söylerdi: "Subhâneke Allahümme ve bihamdike
ve estağfiruke ve etubu ileyk" (bazı rivayetlerde lâfız şöyledir: Subhanallahi ve bihamdihi ve' stağfırullahe ve etubu
ileyh). Ben: "Ya Rasulallah! Sürekli okuduğunuz bu kelimeler nasıl kelimelerdir?" dedim. Rasulullah: "Bu, Nasr
Suresi'ndeki işareti görünce okuduğum kelimelerdir" buyurdu. (Ahmed, Müslim, İbn Cerir, İbn Münzir, İbn Merduye).
Bunun benzeri bazı rivayetler yine Hz. Aişe'den rivayet edilmiştir. Rasulullah rükû ve secdede, "Subhaneke Allahümme
ve bihamdike Allahumme'ğfirli" cümlesini çokça okurdu. Bu, Kur'an'ın (yani Nasr suresinin) Rasulullah'ın buyurduğu
tevili idi. (Buharî, Müslim, Ebu Davut, Neseî, İbn Mace, İbn Cerir).
Ümmü Seleme şöyle buyurdu: Rasulullah'ın mübarek ağzı her zaman, oturduğu, kalktığı, yolda yürüdüğü zaman,
"Subhanellahi ve bihamdihi" kelimelerini tekrarlardı. Bir gün, "Ya Resulallah! Bu kelimeleri niçin bu kadar çok
zikrediyorsunuz?" dedim. Şöyle buyurdu: "Bana böyle emredildi" ve bu sureyi okudu. (İbn Cerir).
İbn Mes'ud'dan şöyle rivayet edilmiştir: Bu sure nazil olduğu zaman Rasulullah çokça "Subhaneke Allahümme ve
bihamdike Allahümme'ğfirli subhaneke Rabbena ve bihamdike Allahümme'ğfirli inneke ente'ttevvabül gafûr" sözlerini
tekrarladı (İbn Cerir, Müsned-i Ahmed, İbn Ebi Hatim).
İbn Abbas şöyle beyan etmiştir: Bu sure nazil olduktan sonra Rasulullah, ahiret için mihnet ve riyazatla o kadar
meşgul oldu ki daha önce böylesi görülmemişti. (Neseî, Taberanî, İbn Ebi Hatim, İbn Merduye).
Kaynak: Mevdûdî - Tefhimu'l Kur'an