Sûrenin Adı
Bu sure, adını birinci ayette geçen "murselât" kelimesinden almıştır.
Nüzul Zamanı
Surenin konusundan, Mekke döneminin başlarında nazil olduğu anlaşılmaktadır. Bundan önceki iki sure olan Kıyamet ve
Dehr Sureleri ile, sonraki iki sure olan Nebe' ve Naziat Surelerini birleştirerek okursak, Mürselât da dahil bütün bu
surelerin aynı dönemde nazil olduğu sonucuna varırız. Mürselât Suresi, aynı konuyu çeşitli açılardan Mekke'lilerin
zihinlerine yerleştirmek istemiştir.
Konu
Bu sure, kıyamet ve ahiretin varlığını ispat etmeyi esas alır. Ayrıca bu gerçekleri inkar ya da ikrar edenlerin
sonunun ne olacağı hakkında bilgi verilmektedir.
İlk yedi ayette rüzgarlara yemin edilmesi, Kur'an ve Hz. Muhammed'e (s.a) kıyamet hakkında verilen bilginin gerçek
olduğuna, bunun yanısıra kıyametin muhakkak vukubulacağına dikkat çekmek içindir. Kıyametin gerçekleşmesinin delili,
yeryüzünde hayret verici bir nizam kuran Kadir-i Mutlak'ın bundan aciz olmadığıdır. Apaçık hikmete dayanan bu nizam,
ahiretin muhakkak gerçekleşeceğine şehadet etmektedir. Çünkü hikmet sahibi olan Allah, hiçbir şeyi maksatsız ve abes
yere yaratmaz. Eğer ahiret olmasaydı bütün kainat anlamsız olurdu.
Mekkeliler tekrar tekrar "kıyamet dediğin şeyi getir, ne zaman gelecek?" diyorlardı. Kur'an, 8. ayetten 15. ayete
kadar Mekkelilerin bu talebini zikretmeden, kıyametin bir oyun olmadığını, dolayısıyla her maskaranın isteği ile hemen
gerçekleşmeyeceğini belirtmiştir. Kıyamet günü, bütün insanlığın yaptıklarının ceza ve mükafat günüdür. Bu nedenle
Allah belli bir gün tayin etmiştir. O gün, ancak kararlaştırılmış anda gelecektir. Kıyamet günü ile alay eden kafirler,
o korkunç olayla karşılaştıklarında dehşete kapılacaklardır. O gün, kıyamet hakkında kendilerine bilgi getiren ancak
yalanlanan Rasuller, Allah'ın huzurunda onların sonlarına şehadet edeceklerdir. O zaman kafirler sonlarını,
felaketlerini kendi elleriyle hazırlamış olduklarını bileceklerdir.
Kur'an, 16. ayetten 28. ayete kadar sürekli, kıyamet ve ahiretin vuku ve gerekliliği hakkında deliller vermiştir.
İnsanlığın doğuşu, tarihçesi ve üzerinde hayat sürdüğü yeryüzünün mahiyeti, kıyametin geleceğine ve ahiretin vukuunun
da mümkün olduğuna şehadet etmektedir. Bu, Allah'ın hikmetinin gereğidir. İnsanlık tarihi, çeşitli milletlerin, ahireti
inkar ettikleri zaman bozguna uğradıklarına ve helak olduklarına şahittir. Buradan şu anlamı çıkarmak mümkündür. Bir
milletin tutumu ahiret inancına ters ise, o milletin durumu, kör bir insanın dikkatsiz şekilde karşıdan gelen trene
doğru koşması gibidir. Bu insanın sonu nasıl olacaksa söz konusu milletin de sonu öyle olacaktır. İşte ahiret böyle bir
gerçekliktir. Ayrıca bu kainatta sadece tabiat kanunu (Phsical laws) geçerli değil, aynı zamanda ahlâkî kanun da (moral
laws) yürürlüktedir. Aslında bu dünyada da ceza ve mükafaat gerçekleşebilir. Ancak bunun kendiliğinden ve mükemmel bir
şekilde vukubulması beklenemez. Bu nedenle, kainatın ahlâkî kanununun gereği olarak, iyilik ve kötülüğün gerçek
karşılığının verileceği ahiret olayının gelmesi gerekir. Dünyada bazıları mükafattan mahrum kalmış ya da cezadan
kurtulmuşsa bile sonradan adalet gerçekleşmelidir. Onun için ölümden sonra bir hayat daha olmalıdır. Eğer bir kimse
aklını tamamen kaybetmedi ise ve ayrıca dünyadaki doğuşunu düşünürse, kendisini hakir bir nutfeden yaratarak mükemmel
hale getiren Allah'ın, insanı tekrar diriltmesinin imkanını inkar edemez. Yaşantısını sürdürdüğünde ölümden sonra
parçalarının kaybolacağı da düşünülemez. Çünkü insanın bütün parçaları toprakta mevcuttur. Aynı toprağın hazinesinden
vücut bulur, gelişir, büyür ve sonunda yine toprağın bir parçası olarak geri döner. Onu ilk olarak bu toprağın
hazinesinden yaratan Allah, tekrar topraktan diriltmeye nasıl kadir olamaz? İnsan eğer Allah'ın kudretini düşünürse bu
gerçeği inkar edemez. Yeryüzünde insana bazı yetkiler verilmesini ve bu yetkileri doğru ya da yanlış kullanımının
sonunda bir hesap vermesi gerektiğini hikmetle düşünse bu gerçeği inkar edemez. Çünkü yaptıklarının karşılıksız
bırakılması hikmete aykırıdır.
Bundan sonra, 28. ayetten 40'a kadar ahireti inkar edenlerin durumu; 41. ayetten 45.'e kadar da sonlarını düzeltmek
için gayret gösteren, fikir, akide, amel, yaşayış ve karakterlerini kötülükten uzak tutan, bu dünyada ne kadar yararlı
olursa olsun eğer ahiretine zarar verecekse bu tür bir işten uzak duran iman ehlinin durumu açıklanmıştır.
Sonunda ahireti inkar edenlere, Allah'a itaat etmekten yüz çevirenlere; bu geçici dünyayı kendilerine eğlence
edinebilecekleri, ama sonlarının çok korkunç olacağı ikaz edilmiştir. Söze, Kur'an'dan hidayet almayan bir kimseye bu
dünyada hiçbir şeyin doğru yolu gösteremeyeceği ile son verilmiştir.
Kaynak: Mevdûdî - Tefhimu'l Kur'an