بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
إِنَّهُمۡ يَرَوۡنَهُۥ بَعِيدٗا ٦
Çünkü onlar onu uzak görürler.
Doğrusu onlar; bunu uzak görüyorlar.
Şüphesiz onlar o azabı uzak görüyorlar.
Filhakıyka onlar bunu (imkândan) uzak görürler,
Onlar onu uzak görüyorlar.
وَنَرَىٰهُ قَرِيبٗا ٧
Biz se onu yakın görürüz.
Biz ise; onu, yakın görmekteyiz.
Biz ise onu yakın görüyoruz.
Biz ise onu yakın görüyoruz.
Biz ise onu yakın görüyoruz.
يَوۡمَ تَكُونُ ٱلسَّمَآءُ كَٱلۡمُهۡلِ ٨
O gün ki olur Semâ erimiş bir maden gibi.
O gün gök, erimiş maden gibi olur.
(8-9) Göğün, erimiş maden gibi ve dağların atılmış renkli yün gibi olacağı günü hatırla.
O gün gök erimiş ma'den gibi olacak,
O gün gök, erimiş bakır gibi olur.
وَتَكُونُ ٱلۡجِبَالُ كَٱلۡعِهۡنِ ٩
Dağlar da atilmış elvan yun gibi.
Dağlar ise atılmış pamuk gibi.
(8-9) Göğün, erimiş maden gibi ve dağların atılmış renkli yün gibi olacağı günü hatırla.
dağlar yün gibi olacak,
Dağlar, atılmış renkli yün gibi olur.
وَلَا يَسۡـَٔلُ حَمِيمٌ حَمِيمٗا ١٠
Ve bir hısım bir hısıma halini sormaz.
Hiç bir yakın bir yakınını sormaz.
(O gün) hiçbir samimi dost, dostunu sormaz.
hiçbir hısım bir hısımı sormayacak.
Dost dostun halini sormaz.
يُبَصَّرُونَهُمۡۚ يَوَدُّ ٱلۡمُجۡرِمُ لَوۡ يَفۡتَدِي مِنۡ عَذَابِ يَوۡمِئِذِۭ بِبَنِيهِ ١١
Birbirlerine gösterilirlerken, mücrim isterki fidye verse O günün azâbından oğullarını.
Yalnız birbirine gösterilirler. Suçlu kişi; o günün azabından kurtulmak için oğullarını feda etmek ister.
(11-14) Birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, kendisini kurtarsın.
Onlar birbirine (sâdece) gösterilirler. Günahkâr o günün azabından (kurtulmak için şunları) feda etmeği arzu eder: Oğullarını,
birbirlerine gösterirler. Suçlu ister ki o günün azabından kurtulmak için fidye versin: oğullarını,
وَصَٰحِبَتِهِۦ وَأَخِيهِ ١٢
Ve refikasını ve biraderini.
Eşini ve kardeşini,
(11-14) Birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, kendisini kurtarsın.
karısını, biraderini,
eşini ve kardeşini,
وَفَصِيلَتِهِ ٱلَّتِي تُـٔۡوِيهِ ١٣
Ve kendini barındıran fasîlesini.
Kendisini barındırmış olan sülalesini.
(11-14) Birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, kendisini kurtarsın.
kendisini (aralarına katıb) barındırmakda olan soyunu sopunu,
kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini.
وَمَن فِي ٱلۡأَرۡضِ جَمِيعٗا ثُمَّ يُنجِيهِ ١٤
Ve arzda bulunanların hepsini de sonra kendini kurtarsa.
Ve yeryüzünde bulunan herkesi. Ki nihayet kendisini kurtarsın.
(11-14) Birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, kendisini kurtarsın.
ve yer (yüzün) de kim varsa hepsini. Ki nihayet (bu fedâkârlığı) kendisini (Allahın azabından) kurtarsın.
Ve yeryüzünde bulunanların hepsini versin de tek kendisini kurtarsın.
كـَلَّآۖ إِنَّهَا لَظَىٰ ١٥
Hayır, çünkü o salgın bir lezâ.
Fakat ne mümkün, çünkü o; halis alevdir.
(15-16) Hayır (ne mümkün)! Şüphesiz cehennem, derileri kavurup çıkaran alevli ateştir.
Fakat ne mümkin! Çünkü o (ateş) (kâfirler için hazırlanmış) haalis alevdir,
Hayır! O alevden bir ateştir.
نَزَّاعَةٗ لِّلشَّوَىٰ ١٦
Etrafı soyan nari ceza.
Deriyi soyup kavurandır.
(15-16) Hayır (ne mümkün)! Şüphesiz cehennem, derileri kavurup çıkaran alevli ateştir.
bedenin bütün uzuvlarını söküb koparandır (o).
Deriler kavurur, soyar.