بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
تَعۡرُجُ ٱلۡمَلَٰٓئِكَةُ وَٱلرُّوحُ إِلَيۡهِ فِي يَوۡمٖ كَانَ مِقۡدَارُهُۥ خَمۡسِينَ أَلۡفَ سَنَةٖ ٤
(Bu makamların) her birine, melekler ve cebrâil, miktarı elli bin yıl olan, bir günde çıkar.
فَٱصۡبِرۡ صَبۡرٗا جَمِيلًا ٥
O halde (Ey Rasûlüm, o kâfirlerin eziyetlerine) güzel bir sabır ile sabret; (çünkü azabın inme zamanı yaklaşmıştır).
إِنَّهُمۡ يَرَوۡنَهُۥ بَعِيدٗا ٦
Doğrusu onlar, onu uzak (imkânsız) görüyorlar.
يَوۡمَ تَكُونُ ٱلسَّمَآءُ كَٱلۡمُهۡلِ ٨
O gün, gök erimiş maden gibi olacak;
وَتَكُونُ ٱلۡجِبَالُ كَٱلۡعِهۡنِ ٩
Dağlar da, renk renk atılmış yün gibi bulunacak.
وَلَا يَسۡـَٔلُ حَمِيمٌ حَمِيمٗا ١٠
Hiç bir yakın (akraba), bir yakına halini sormaz.
يُبَصَّرُونَهُمۡۚ يَوَدُّ ٱلۡمُجۡرِمُ لَوۡ يَفۡتَدِي مِنۡ عَذَابِ يَوۡمِئِذِۭ بِبَنِيهِ ١١
(O kıyamet gününde akraba ve hısımlar) birbirlerine gösterilirler; (fakat herkes kendi derdi ile meşgul olduğundan birbirlerini tanıyamazlar). Mücrim (müşrik), o günün azabından kurtulmak için ister ki, fidye (bedel) verse oğullarını,
وَمَن فِي ٱلۡأَرۡضِ جَمِيعٗا ثُمَّ يُنجِيهِ ١٤
Yeryüzünde bulunanların hepsini de, sonra kendini kurtarsa...