بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
يَٰبُنَيَّ إِنَّهَآ إِن تَكُ مِثۡقَالَ حَبَّةٖ مِّنۡ خَرۡدَلٖ فَتَكُن فِي صَخۡرَةٍ أَوۡ فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ أَوۡ فِي ٱلۡأَرۡضِ يَأۡتِ بِهَا ٱللَّهُۚ إِنَّ ٱللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٞ ١٦
«Oğulcağızım! Muhakkak ki, o (yaptığın şey) bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, bir kaya içinde veya göklerde veya yer içinde bulunsa Allah onu getirir, (meydana çıkarır). Şüphe yok ki, Allah latîftir, habîrdir.»
يَٰبُنَيَّ أَقِمِ ٱلصَّلَوٰةَ وَأۡمُرۡ بِٱلۡمَعۡرُوفِ وَٱنۡهَ عَنِ ٱلۡمُنكَرِ وَٱصۡبِرۡ عَلَىٰ مَآ أَصَابَكَۖ إِنَّ ذَٰلِكَ مِنۡ عَزۡمِ ٱلۡأُمُورِ ١٧
«Oğulcağızım! Namazı dosdoğru kıl ve maruf ile emret ve münkerden nehyet ve sana isabet edene sabreyle. Şüphe yok ki bu, kat'iyyen icab eden umûrdandır.»
وَلَا تُصَعِّرۡ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمۡشِ فِي ٱلۡأَرۡضِ مَرَحًاۖ إِنَّ ٱللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخۡتَالٖ فَخُورٖ ١٨
Ve nâs için avurdunu şişirme ve yeryüzünde çalımla yürüme. Şüphe yok ki, Allah hiçbir böbürleneni, övüneni sevmez.
وَٱقۡصِدۡ فِي مَشۡيِكَ وَٱغۡضُضۡ مِن صَوۡتِكَۚ إِنَّ أَنكَرَ ٱلۡأَصۡوَٰتِ لَصَوۡتُ ٱلۡحَمِيرِ ١٩
Ve yürüyüşünde mutedil ol ve sesini indir. Muhakkaktır ki, seslerin en çirkini, elbette ki eşeklerin sesidir.
أَلَمۡ تَرَوۡاْ أَنَّ ٱللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَمَا فِي ٱلۡأَرۡضِ وَأَسۡبَغَ عَلَيۡكُمۡ نِعَمَهُۥ ظَٰهِرَةٗ وَبَاطِنَةٗۗ وَمِنَ ٱلنَّاسِ مَن يُجَٰدِلُ فِي ٱللَّهِ بِغَيۡرِ عِلۡمٖ وَلَا هُدٗى وَلَا كِتَٰبٖ مُّنِيرٖ ٢٠
Görmediniz mi ki Allah Teâlâ sizin için göklerdekini ve yerde olanı musahhar kılmıştır. Ve üzerinize zahiren ve batınen nîmetlerini pek geniş surette itmam buyurmuştur. Ve nâstan öylesi de vardır ki, ne bir ilme ve ne de bir rehbere ve ne de tenvir eden bir kitaba müstenit olmaksızın Allah hakkında mücadelede bulunur.
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ٱتَّبِعُواْ مَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ قَالُواْ بَلۡ نَتَّبِعُ مَا وَجَدۡنَا عَلَيۡهِ ءَابَآءَنَآۚ أَوَلَوۡ كَانَ ٱلشَّيۡطَٰنُ يَدۡعُوهُمۡ إِلَىٰ عَذَابِ ٱلسَّعِيرِ ٢١
Onlara «Allah'ın indirmiş olduğuna tâbi olun», denildiği vakit, dediler ki: «Hayır. Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye tâbi oluruz.» Ya şeytan onları alevli ateşin azabına davet eder olsa da mı (yine tâbi olacaklar)?
۞ وَمَن يُسۡلِمۡ وَجۡهَهُۥٓ إِلَى ٱللَّهِ وَهُوَ مُحۡسِنٞ فَقَدِ ٱسۡتَمۡسَكَ بِٱلۡعُرۡوَةِ ٱلۡوُثۡقَىٰۗ وَإِلَى ٱللَّهِ عَٰقِبَةُ ٱلۡأُمُورِ ٢٢
Ve her kim muhsin olduğu halde yüzünü Allah'a teslim ederse muhakkak ki, en sağlam kulpa sarılmıştır. Bütün işlerin akibeti Allah'a dönecektir.
وَمَن كَفَرَ فَلَا يَحۡزُنكَ كُفۡرُهُۥٓۚ إِلَيۡنَا مَرۡجِعُهُمۡ فَنُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوٓاْۚ إِنَّ ٱللَّهَ عَلِيمُۢ بِذَاتِ ٱلصُّدُورِ ٢٣
Ve kim de küfre düşerse artık onun küfrü seni mahzun etmesin. Onların dönüşleri Bize'dir. Artık onlara ne işler yapmış olduklarını haber vereceğiz. Şüphe yok ki Allah sinelerde (gizli) olanı hakkıyla bilicidir.
نُمَتِّعُهُمۡ قَلِيلٗا ثُمَّ نَضۡطَرُّهُمۡ إِلَىٰ عَذَابٍ غَلِيظٖ ٢٤
Onları biraz mütenaim kılarız. Sonra onları en şiddetli bir azaba muztar kılacağızdır.
وَلَئِن سَأَلۡتَهُم مَّنۡ خَلَقَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضَ لَيَقُولُنَّ ٱللَّهُۚ قُلِ ٱلۡحَمۡدُ لِلَّهِۚ بَلۡ أَكۡثَرُهُمۡ لَا يَعۡلَمُونَ ٢٥
Andolsun ki onlara, «Gökleri ve yeri kim yarattı?» diye soracak olsan elbette diyeceklerdir ki: «Allah» De ki: «Elhamdülillah.» Hayır. Onların pek çokları bilmezler.
لِلَّهِ مَا فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِۚ إِنَّ ٱللَّهَ هُوَ ٱلۡغَنِيُّ ٱلۡحَمِيدُ ٢٦
Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Şüphe yok ki Allah'tır, ganî, hamîd olan O'dur.