بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
أُوْلَٰٓئِكَ يُؤۡتَوۡنَ أَجۡرَهُم مَّرَّتَيۡنِ بِمَا صَبَرُواْ وَيَدۡرَءُونَ بِٱلۡحَسَنَةِ ٱلسَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقۡنَٰهُمۡ يُنفِقُونَ ٥٤
İşte bunlara, (hem kendi kitablarına, hem de Kur’an’a iman hususunda gösterdikleri sebat ve eziyetlere) sabırlarından dolayı mükâfatları iki kat verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayra harcarlar.
وَإِذَا سَمِعُواْ ٱللَّغۡوَ أَعۡرَضُواْ عَنۡهُ وَقَالُواْ لَنَآ أَعۡمَٰلُنَا وَلَكُمۡ أَعۡمَٰلُكُمۡ سَلَٰمٌ عَلَيۡكُمۡ لَا نَبۡتَغِي ٱلۡجَٰهِلِينَ ٥٥
Çirkin söz işittikleri zaman da ondan yüz çevirirler ve şöyle derler: “- Bizim amellerimiz (Allah’a ibadetlerimiz) bize ve sizin amelleriniz (putlara ibadetleriniz) size aiddir. Bizden emin olabilirsiniz, size sövmeyiz. Biz cahilleri arayıb onlarla arkadaş olmayız.”
إِنَّكَ لَا تَهۡدِي مَنۡ أَحۡبَبۡتَ وَلَٰكِنَّ ٱللَّهَ يَهۡدِي مَن يَشَآءُۚ وَهُوَ أَعۡلَمُ بِٱلۡمُهۡتَدِينَ ٥٦
(Ey Rasûlüm), doğrusu sen, her sevdiğine hidayet veremezsin (onu İslâm’a sokamazsın, ancak tebliğ yaparsın.) Fakat Allah, dilediği kimseye hidayet verir ve hidayete kavuşacak olanları, O, daha iyi bilir.
وَقَالُوٓاْ إِن نَّتَّبِعِ ٱلۡهُدَىٰ مَعَكَ نُتَخَطَّفۡ مِنۡ أَرۡضِنَآۚ أَوَلَمۡ نُمَكِّن لَّهُمۡ حَرَمًا ءَامِنٗا يُجۡبَىٰٓ إِلَيۡهِ ثَمَرَٰتُ كُلِّ شَيۡءٖ رِّزۡقٗا مِّن لَّدُنَّا وَلَٰكِنَّ أَكۡثَرَهُمۡ لَا يَعۡلَمُونَ ٥٧
(Kureyş’liler) dediler ki: “- (Doğrusun amma), eğer biz doğru yola (dinine) uyar, seninle beraber olursak yerimizden (Mekke’den) kovuluruz.” Tarafımızdan bir rızık olarak, onları, çeşitli bir çok mahsüllerin gelib toplanacağı emin bir Harem’de (içinde Beytullah olan hürmete değer bir yerde) yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu (bunların Allah katından bir rızık olduğunu) bilmezler.
وَكَمۡ أَهۡلَكۡنَا مِن قَرۡيَةِۭ بَطِرَتۡ مَعِيشَتَهَاۖ فَتِلۡكَ مَسَٰكِنُهُمۡ لَمۡ تُسۡكَن مِّنۢ بَعۡدِهِمۡ إِلَّا قَلِيلٗاۖ وَكُنَّا نَحۡنُ ٱلۡوَٰرِثِينَ ٥٨
Biz (böyle) geçimi ile şımarıb azmış nice memleket halkını helâk ettik. İşte meskenleri, (seyahatlerinizde gördüğünüz harabeye dönmüş evleri) ki, kendilerinden sonra pek azı iskân edilmiştir!... Varis olan (bâkî kalan ve hakikî mutasarrıf bulunan) da ancak biz olduk.
وَمَا كَانَ رَبُّكَ مُهۡلِكَ ٱلۡقُرَىٰ حَتَّىٰ يَبۡعَثَ فِيٓ أُمِّهَا رَسُولٗا يَتۡلُواْ عَلَيۡهِمۡ ءَايَٰتِنَاۚ وَمَا كُنَّا مُهۡلِكِي ٱلۡقُرَىٰٓ إِلَّا وَأَهۡلُهَا ظَٰلِمُونَ ٥٩
Senin Rabbin şehirlerin (merkezine) en büyüğüne, halkı üzerine ayetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe, o memleketler halkını helâk edici değildir. Biz ahalisi zalim (kâfir) olan memleketlerden başkasını helâk edici değiliz.
وَمَآ أُوتِيتُم مِّن شَيۡءٖ فَمَتَٰعُ ٱلۡحَيَوٰةِ ٱلدُّنۡيَا وَزِينَتُهَاۚ وَمَا عِندَ ٱللَّهِ خَيۡرٞ وَأَبۡقَىٰٓۚ أَفَلَا تَعۡقِلُونَ ٦٠
Size (dünya vasıtalarından) verilen şey, (kısa) dünya hayatının istifadesi ve onun süsüdür. Allah katında olan (sevab ve cennet) ise, hem daha hayırlı, hem daha devamlıdır, (dünya nimetleri gibi sona ermez). Artık (bâkînin faniden daha hayırlı olduğunu anlayıb) akıllanmıyacak mısınız?
أَفَمَن وَعَدۡنَٰهُ وَعۡدًا حَسَنٗا فَهُوَ لَٰقِيهِ كَمَن مَّتَّعۡنَٰهُ مَتَٰعَ ٱلۡحَيَوٰةِ ٱلدُّنۡيَا ثُمَّ هُوَ يَوۡمَ ٱلۡقِيَٰمَةِ مِنَ ٱلۡمُحۡضَرِينَ ٦١
Kendisine (cennet gibi) güzel bir vaidde biz bulunub da, kıyamette ona kavuşan kimse, hiç geçici dünya hayatının zevkini kendisine taddırdığımız kimse gibi olur mu ki, sonra da kıyamet günü, ateşe hazırlananlardan olacaktır?
وَيَوۡمَ يُنَادِيهِمۡ فَيَقُولُ أَيۡنَ شُرَكَآءِيَ ٱلَّذِينَ كُنتُمۡ تَزۡعُمُونَ ٦٢
Kıyamet gününde (Allah o müşriklere) nida edib şöyle buyuracaktır: “- Nerede, kendilerini ortaklarım diye zannettikleriniz?”
قَالَ ٱلَّذِينَ حَقَّ عَلَيۡهِمُ ٱلۡقَوۡلُ رَبَّنَا هَٰٓؤُلَآءِ ٱلَّذِينَ أَغۡوَيۡنَآ أَغۡوَيۡنَٰهُمۡ كَمَا غَوَيۡنَاۖ تَبَرَّأۡنَآ إِلَيۡكَۖ مَا كَانُوٓاْ إِيَّانَا يَعۡبُدُونَ ٦٣
Üzerlerine azab vacib olanlar şöyle diyecektir:” - Ey Rabbimiz! İşte şu düşükler, azdırdığımız kimseler. Biz nasıl azmışsak onları da öyle azdırdık, (hak yoldan çıkardık). Onların seçtiği küfürden beri olub sana döndük. Aslında onlar bize tapmıyorlardı (ancak hevalarına uyuyorlardı).”
وَقِيلَ ٱدۡعُواْ شُرَكَآءَكُمۡ فَدَعَوۡهُمۡ فَلَمۡ يَسۡتَجِيبُواْ لَهُمۡ وَرَأَوُاْ ٱلۡعَذَابَۚ لَوۡ أَنَّهُمۡ كَانُواْ يَهۡتَدُونَ ٦٤
Müşriklere şöyle denecek: “- (azabdan kurtulmanız için) yalvarın bakalım ortaklarınıza (putlarınıza).” Onlar da yalvaracaklar, fakat kendilerine karşılık vermiyecekler, (hiç bir yardımda bulunamıyacaklardır. Öncüler ve düşükler hepsi) azabı göreceklerdir. Önceden onlar hakkı kabul edib hidayete ereydiler ya!...