بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَدُّواْ لَوۡ تُدۡهِنُ فَيُدۡهِنُونَ ٩
(7-9) Şüphe yok ki Rabbindir, O'dur. O'nun yolundan sapıtmış olanı en ziyâde bilen ve O'dur hidâyete ereni de en ziyâde bilen. Artık o tekzîp edenlere itaat etmemekte devam et. Onlar arzu ettiler ki sen yaltaklanıvermiş olsa idin. O zaman onlar da yaltaklanacaklardı.
وَلَا تُطِعۡ كُلَّ حَلَّافٖ مَّهِينٍ ١٠
(10-12) Ve itaat gösterme her çok yemîn edene, âdî fikirli olana. Daima kusur arayana. Lâf götürüp getirene. Hayırdan men'e çalışıp durana, haddi tecavüz edene, çok günahkâr olana.
هَمَّازٖ مَّشَّآءِۭ بِنَمِيمٖ ١١
(10-12) Ve itaat gösterme her çok yemîn edene, âdî fikirli olana. Daima kusur arayana. Lâf götürüp getirene. Hayırdan men'e çalışıp durana, haddi tecavüz edene, çok günahkâr olana.
مَّنَّاعٖ لِّلۡخَيۡرِ مُعۡتَدٍ أَثِيمٍ ١٢
(10-12) Ve itaat gösterme her çok yemîn edene, âdî fikirli olana. Daima kusur arayana. Lâf götürüp getirene. Hayırdan men'e çalışıp durana, haddi tecavüz edene, çok günahkâr olana.
عُتُلِّۭ بَعۡدَ ذَٰلِكَ زَنِيمٍ ١٣
(13-15) Bunun ötesinde de kötü sözlü olup fenalıklarla tanışmış bulunana. Mal ve oğullar sahibi olmuş diye. Ona karşı Bizim âyetlerimiz okunduğu zaman dedi ki: «Evvelkilerin meseleleridir.»
أَن كَانَ ذَا مَالٖ وَبَنِينَ ١٤
(13-15) Bunun ötesinde de kötü sözlü olup fenalıklarla tanışmış bulunana. Mal ve oğullar sahibi olmuş diye. Ona karşı Bizim âyetlerimiz okunduğu zaman dedi ki: «Evvelkilerin meseleleridir.»
إِذَا تُتۡلَىٰ عَلَيۡهِ ءَايَٰتُنَا قَالَ أَسَٰطِيرُ ٱلۡأَوَّلِينَ ١٥
(13-15) Bunun ötesinde de kötü sözlü olup fenalıklarla tanışmış bulunana. Mal ve oğullar sahibi olmuş diye. Ona karşı Bizim âyetlerimiz okunduğu zaman dedi ki: «Evvelkilerin meseleleridir.»
سَنَسِمُهُۥ عَلَى ٱلۡخُرۡطُومِ ١٦
Biz yakında onun burnu üzerine damga basacağız.
إِنَّا بَلَوۡنَٰهُمۡ كَمَا بَلَوۡنَآ أَصۡحَٰبَ ٱلۡجَنَّةِ إِذۡ أَقۡسَمُواْ لَيَصۡرِمُنَّهَا مُصۡبِحِينَ ١٧
Şüphe yok ki Biz bunları da, bostan sahiplerini belaya uğrattığımız gibi belaya uğrattık. O vakit ki onlar yemîn etmişlerdi ki, sabahleyin erkenden elbette o bostandaki mahsulâtı devşireceklerdi.
وَلَا يَسۡتَثۡنُونَ ١٨
(18-19) Bir istisnada da bulunmuyorlardı. Derken onlar uykuda iken o bostanın üzerine Rabbin tarafından bir azap (beliyye) dolaşıverdi.
فَطَافَ عَلَيۡهَا طَآئِفٞ مِّن رَّبِّكَ وَهُمۡ نَآئِمُونَ ١٩
(18-19) Bir istisnada da bulunmuyorlardı. Derken onlar uykuda iken o bostanın üzerine Rabbin tarafından bir azap (beliyye) dolaşıverdi.