بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
أَنِ ٱغۡدُواْ عَلَىٰ حَرۡثِكُمۡ إِن كُنتُمۡ صَٰرِمِينَ ٢٢
“Haydin kesecekseniz harsinize (kültürünüze) erkence koşun” dediler.
Haydi ürünleri toplayacaksanız erkenden ekininize gidin diye.
(21-22) Derken, sabahleyin birbirlerine, “Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin” diye seslendiler.
فَٱنطَلَقُواْ وَهُمۡ يَتَخَٰفَتُونَ ٢٣
Hemen fırladılar, şöyle mızırdaşıyorlardı:
Derken yürüdüler ve şöyle fısıldaşıyorlardı:
(23-24) Bunun üzerine, “Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın” diye fısıldaşarak yola koyuldular.
أَن لَّا يَدۡخُلَنَّهَا ٱلۡيَوۡمَ عَلَيۡكُم مِّسۡكِينٞ ٢٤
“Sakın bugün aranıza bir miskin sokulmasın” diyorlardı.
Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın.
(23-24) Bunun üzerine, “Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın” diye fısıldaşarak yola koyuldular.
وَغَدَوۡاْ عَلَىٰ حَرۡدٖ قَٰدِرِينَ ٢٥
Sırf bir men‘e güçleri yeterek erkenden gittiler.
Ürünleri toplayacaklarından emin olarak erkenden gittiler.
(Yoksullara yardım etmeğe) güçleri yettiği hâlde (böyle söyleyerek) erkenden yola çıktılar.
فَلَمَّا رَأَوۡهَا قَالُوٓاْ إِنَّا لَضَآلُّونَ ٢٦
Vaktâ ki o bağı gördüler, “biz” dediler, “her hâlde yanlış gelmişiz.
Fakat bahçeyi görünce «Herhalde biz yolu şaşırdık» dediler.
Fakat bahçeyi o hâlde gördüklerinde, “Biz mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!” dediler.
بَلۡ نَحۡنُ مَحۡرُومُونَ ٢٧
Yok biz mahrum edilmişiz”.
Hayır doğrusu biz mahrum bırakıldık.
(Gerçeği anlayınca da), “Hayır, meğer biz mahrum bırakılmışız!” dediler.
قَالَ أَوۡسَطُهُمۡ أَلَمۡ أَقُل لَّكُمۡ لَوۡلَا تُسَبِّحُونَ ٢٨
Ortancaları (en mutedilleri) “demedim mi size: tesbih etseydiniz”.
Ortancaları, «Ben size demedim mi? Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih etmeniz gerekmez miydi?» dedi.
Onların en akl-ı selim sahibi olanı, “Ben size ‘Rabbinizi tespih etseydiniz ya! dememiş miydim?” dedi.
قَالُواْ سُبۡحَٰنَ رَبِّنَآ إِنَّا كُنَّا ظَٰلِمِينَ ٢٩
“Sübhansın yâ Rabbenâ!” dediler, “bizler doğrusu zâlimlermişiz”.
«Rabbimizi tesbih ederiz, doğrusu biz kendi kendimize zulüm etmişiz» dediler.
Onlar, “Rabbimizi tesbih ederiz (yüceltiriz). Şüphesiz biz zalim kimseler imişiz” dediler.
فَأَقۡبَلَ بَعۡضُهُمۡ عَلَىٰ بَعۡضٖ يَتَلَٰوَمُونَ ٣٠
Sonra döndüler kendilerine levm ediyorlardı.
Ardından, kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar.
Bunun üzerine birbirlerini kınamaya başladılar.
قَالُواْ يَٰوَيۡلَنَآ إِنَّا كُنَّا طَٰغِينَ ٣١
“Yazıklar olsun bizlere, bizler doğrusu azgınlarmışız.
Nihayet şöyle dediler: «Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kimselermişiz.»
Şöyle dediler: “Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz!”
عَسَىٰ رَبُّنَآ أَن يُبۡدِلَنَا خَيۡرٗا مِّنۡهَآ إِنَّآ إِلَىٰ رَبِّنَا رَٰغِبُونَ ٣٢
Ola ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını vere, her hâlde biz bütün rağbetimizi Rabbimize çeviriyoruz”.
Belki Rabbimiz bize bundan daha iyisini verir; doğrusu artık, Rabbimizden dilemekteyiz.
“Umulur ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz artık Rabbimizi arzulayanlarız.”