بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
أَلَمۡ تَرَ كَيۡفَ ضَرَبَ ٱللَّهُ مَثَلٗا كَلِمَةٗ طَيِّبَةٗ كَشَجَرَةٖ طَيِّبَةٍ أَصۡلُهَا ثَابِتٞ وَفَرۡعُهَا فِي ٱلسَّمَآءِ ٢٤
Gördün ya, Allah nasıl bir temsil yaptı: Hoş bir kelime olan tevhîd ve şehadet (iman), kökü yerde sabit ve dal-budağı yukarda olan hoş bir ağaca benzer.
تُؤۡتِيٓ أُكُلَهَا كُلَّ حِينِۭ بِإِذۡنِ رَبِّهَاۗ وَيَضۡرِبُ ٱللَّهُ ٱلۡأَمۡثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمۡ يَتَذَكَّرُونَ ٢٥
O ağaç Rabbinin izniyle , Allah her diledikçe yemişini verir. (işte iman da böyledir. Esası kalbde yerleşen bir tasdiktir, yere nüfuz eden kökler gibi Dış görünüşü dil ile ikrardır, dallar gibi. Semeresi amellerdir, yemişler gibi...) Allah insanlara böyle misaller verir ki, iyi düşünüp ibret alsınlar.
وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَبِيثَةٖ كَشَجَرَةٍ خَبِيثَةٍ ٱجۡتُثَّتۡ مِن فَوۡقِ ٱلۡأَرۡضِ مَا لَهَا مِن قَرَارٖ ٢٦
Kötü bir kelime (küfür) de, yeryüzünden gövdelenmiş, meyvası kötü bir ağaç gibidir ki, onun bir kararı yoktur (yıkılır gider).
يُثَبِّتُ ٱللَّهُ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ بِٱلۡقَوۡلِ ٱلثَّابِتِ فِي ٱلۡحَيَوٰةِ ٱلدُّنۡيَا وَفِي ٱلۡأٓخِرَةِۖ وَيُضِلُّ ٱللَّهُ ٱلظَّٰلِمِينَۚ وَيَفۡعَلُ ٱللَّهُ مَا يَشَآءُ ٢٧
Allah, iman edenleri hem dünyada, hem ahirette (kabirde) sabit söz olan şehadet kelimesi (eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abdühü ve Rasûlüh) ile tesbit eder; tevhîde bağlı kılar. Allah, zalimleri (kâfirleri) şaşırtır ve Allah dilediğini yapar.
۞ أَلَمۡ تَرَ إِلَى ٱلَّذِينَ بَدَّلُواْ نِعۡمَتَ ٱللَّهِ كُفۡرٗا وَأَحَلُّواْ قَوۡمَهُمۡ دَارَ ٱلۡبَوَارِ ٢٨
Allah’ın nimetine şükretmeyi küfre değiştiren ve kavimlerini helâk yurduna konduran Mekke müşriklerine bakmaz mısın?
جَهَنَّمَ يَصۡلَوۡنَهَاۖ وَبِئۡسَ ٱلۡقَرَارُ ٢٩
Bir cehenneme ki, hepsi oraya atılacaklar. O ne kötü karargâhtır!...
وَجَعَلُواْ لِلَّهِ أَندَادٗا لِّيُضِلُّواْ عَن سَبِيلِهِۦۗ قُلۡ تَمَتَّعُواْ فَإِنَّ مَصِيرَكُمۡ إِلَى ٱلنَّارِ ٣٠
Onlar, Allah’ın yolundan saptırmak için Allah’a eşler uydurdular. De ki: “-Eğlenip keyfinize bakın, çünkü gidişiniz muhakkak ateştir.”
قُل لِّعِبَادِيَ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ يُقِيمُواْ ٱلصَّلَوٰةَ وَيُنفِقُواْ مِمَّا رَزَقۡنَٰهُمۡ سِرّٗا وَعَلَانِيَةٗ مِّن قَبۡلِ أَن يَأۡتِيَ يَوۡمٞ لَّا بَيۡعٞ فِيهِ وَلَا خِلَٰلٌ ٣١
İman eden kullarıma de ki: Namazı gereği üzere kılsınlar; ve kendinde ne bir alış veriş, ne de bir dostluk olmıyan (hiç bir fayda umulmıyan) bir kıyamet günü gelmezden önce, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve aşikâr (yerli yerinde zekât verip hayırlara) harcasınlar.
ٱللَّهُ ٱلَّذِي خَلَقَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضَ وَأَنزَلَ مِنَ ٱلسَّمَآءِ مَآءٗ فَأَخۡرَجَ بِهِۦ مِنَ ٱلثَّمَرَٰتِ رِزۡقٗا لَّكُمۡۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ ٱلۡفُلۡكَ لِتَجۡرِيَ فِي ٱلۡبَحۡرِ بِأَمۡرِهِۦۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ ٱلۡأَنۡهَٰرَ ٣٢
Allah, o varlıktır ki, gökleri ve yeri yaratıp gökten yağmur indirdi de onunla size rızık olarak çeşitli meyvalar çıkardı. Bir de emriyle denizde yürümek için gemileri size (menfaatınıza) bağlı kıldı. Nehirleri de size musahhar kıldı.
وَسَخَّرَ لَكُمُ ٱلشَّمۡسَ وَٱلۡقَمَرَ دَآئِبَيۡنِۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ ٱلَّيۡلَ وَٱلنَّهَارَ ٣٣
Güneşi ve ayı, âdet ve görevlerinde devamlı olarak size o musahhar kıldı; yine gece ve gündüzün sizin faydanıza o bağladı.
وَءَاتَىٰكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلۡتُمُوهُۚ وَإِن تَعُدُّواْ نِعۡمَتَ ٱللَّهِ لَا تُحۡصُوهَآۗ إِنَّ ٱلۡإِنسَٰنَ لَظَلُومٞ كَفَّارٞ ٣٤
Hem Allah istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın bunca nimetini teker teker saymağa kalkışsanız, onu kısım kısım bile sayamazsınız. Gerçekten insan çok zalimdir, çok nankördür.