بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَنَادَىٰ نُوحٞ رَّبَّهُۥ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ٱبۡنِي مِنۡ أَهۡلِي وَإِنَّ وَعۡدَكَ ٱلۡحَقُّ وَأَنتَ أَحۡكَمُ ٱلۡحَٰكِمِينَ ٤٥
Ve Nûh Rabbine nidâ etti de dedi ki: «Yarabbi! Şüphe yok, oğlum benim âilemdendir ve muhakkak ki, Senin vaadin haktır ve hakîmlerin hakîmi Sen'sin.»
قَالَ يَٰنُوحُ إِنَّهُۥ لَيۡسَ مِنۡ أَهۡلِكَۖ إِنَّهُۥ عَمَلٌ غَيۡرُ صَٰلِحٖۖ فَلَا تَسۡـَٔلۡنِ مَا لَيۡسَ لَكَ بِهِۦ عِلۡمٌۖ إِنِّيٓ أَعِظُكَ أَن تَكُونَ مِنَ ٱلۡجَٰهِلِينَ ٤٦
Buyurdu ki: «Ey Nûh! O muhakkak senin ehlinden değildir. Şüphesiz ki o gayrı sâlih bir iştir. Artık kendisine senin için bilgi olmayan bir şeyi Benden sorma. Muhakkak ki, Ben sana cahillerden olmayasın diye öğüt veririm.»
قَالَ رَبِّ إِنِّيٓ أَعُوذُ بِكَ أَنۡ أَسۡـَٔلَكَ مَا لَيۡسَ لِي بِهِۦ عِلۡمٞۖ وَإِلَّا تَغۡفِرۡ لِي وَتَرۡحَمۡنِيٓ أَكُن مِّنَ ٱلۡخَٰسِرِينَ ٤٧
Dedi ki: «Ey Rabbim! Kendisine benim için bilgi olmayan bir şeyi Senden sormaktan şüphe yok ki ben Sana sığınırım ve eğer benim için mağfiret etmez ve beni esirgemezsen ben hüsrâna düşenlerden olurum.»
قِيلَ يَٰنُوحُ ٱهۡبِطۡ بِسَلَٰمٖ مِّنَّا وَبَرَكَٰتٍ عَلَيۡكَ وَعَلَىٰٓ أُمَمٖ مِّمَّن مَّعَكَۚ وَأُمَمٞ سَنُمَتِّعُهُمۡ ثُمَّ يَمَسُّهُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٞ ٤٨
Denildi ki: «Ey Nûh! Bizden bir selâm ile ve senin üzerine ve seninle beraber olanlardan neş'et edecek ümmetler üzerine birçok bereketler ile (gemiden) in. Ve birtakım milletleri de ileride faidelendireceğiz, sonra onlara Bizden acıklı bir azap dokunacaktır.»
تِلۡكَ مِنۡ أَنۢبَآءِ ٱلۡغَيۡبِ نُوحِيهَآ إِلَيۡكَۖ مَا كُنتَ تَعۡلَمُهَآ أَنتَ وَلَا قَوۡمُكَ مِن قَبۡلِ هَٰذَاۖ فَٱصۡبِرۡۖ إِنَّ ٱلۡعَٰقِبَةَ لِلۡمُتَّقِينَ ٤٩
İşte bu, gayb haberlerindendir. Bunu sana vahyediyoruz. Bunu ne sen ve ne de kavmin bundan evvel bilir değildiniz. Artık sabret. Şüphe yok ki akıbet muttakîler içindir.
وَإِلَىٰ عَادٍ أَخَاهُمۡ هُودٗاۚ قَالَ يَٰقَوۡمِ ٱعۡبُدُواْ ٱللَّهَ مَا لَكُم مِّنۡ إِلَٰهٍ غَيۡرُهُۥٓۖ إِنۡ أَنتُمۡ إِلَّا مُفۡتَرُونَ ٥٠
Âd (kavmine) de kardeşleri Hûd'u (peygamber) gönderdik. Dedi ki: «Ey kavmim! Allah'a ibadet ediniz, sizin için O'ndan başka hiçbir mabûd yoktur. Sizler ise iftira edenlerden başka değilsiniz.»
يَٰقَوۡمِ لَآ أَسۡـَٔلُكُمۡ عَلَيۡهِ أَجۡرًاۖ إِنۡ أَجۡرِيَ إِلَّا عَلَى ٱلَّذِي فَطَرَنِيٓۚ أَفَلَا تَعۡقِلُونَ ٥١
«Ey kavmim! Onun üzerine sizden bir mükâfaat istemiyorum. Benim mükâfaatım ancak beni yaratmış olana aitir. Siz hâlâ âkilâne düşünmeyecek misiniz?»
وَيَٰقَوۡمِ ٱسۡتَغۡفِرُواْ رَبَّكُمۡ ثُمَّ تُوبُوٓاْ إِلَيۡهِ يُرۡسِلِ ٱلسَّمَآءَ عَلَيۡكُم مِّدۡرَارٗا وَيَزِدۡكُمۡ قُوَّةً إِلَىٰ قُوَّتِكُمۡ وَلَا تَتَوَلَّوۡاْ مُجۡرِمِينَ ٥٢
«Ve ey kavmim! Rabbinize istiğfarda bulunun. Sonra O'na tevbe edin ki, üzerinize semânın feyzini bol bol göndersin ve sizin kuvvetinizi kuvvet ilavesiyle arttırsın ve günahkârlar olarak yüz çevirmeyiniz.»
قَالُواْ يَٰهُودُ مَا جِئۡتَنَا بِبَيِّنَةٖ وَمَا نَحۡنُ بِتَارِكِيٓ ءَالِهَتِنَا عَن قَوۡلِكَ وَمَا نَحۡنُ لَكَ بِمُؤۡمِنِينَ ٥٣
Dediler ki: «Ey Hûd! Sen bize bir beyyine ile gelmedin ve biz de senin sözünden dolayı kendi tanrılarımızı terkedici değiliz ve sana inanan kimseler de değiliz.»
إِن نَّقُولُ إِلَّا ٱعۡتَرَىٰكَ بَعۡضُ ءَالِهَتِنَا بِسُوٓءٖۗ قَالَ إِنِّيٓ أُشۡهِدُ ٱللَّهَ وَٱشۡهَدُوٓاْ أَنِّي بَرِيٓءٞ مِّمَّا تُشۡرِكُونَ ٥٤
«Biz demeyiz, ancak (deriz ki) seni tanrılarımızdan bazısı fena bir sûrette çarpmıştır.» Dedi ki: «Ben şüphesiz Allah Teâlâ'yı işhâd ediyorum ve siz de şahid olunuz ki, ben sizin şerik ittihaz ettiğiniz şeylerden muhakkak berîyim.»
مِن دُونِهِۦۖ فَكِيدُونِي جَمِيعٗا ثُمَّ لَا تُنظِرُونِ ٥٥
«O'nun gayrı, artık bana karşı istediğiniz mekr ve hileyi cümleten yapınız, sonra bana asla bakmayınız.»