بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَلَقَدۡ ءَاتَيۡنَا مُوسَى ٱلۡكِتَٰبَ وَجَعَلۡنَا مَعَهُۥٓ أَخَاهُ هَٰرُونَ وَزِيرٗا ٣٥
Andolsun ki, Musa'ya Kitab'ı verdik, kardeşi Harun'u da yardımcısı yaptık.
فَقُلۡنَا ٱذۡهَبَآ إِلَى ٱلۡقَوۡمِ ٱلَّذِينَ كَذَّبُواْ بِـَٔايَٰتِنَا فَدَمَّرۡنَٰهُمۡ تَدۡمِيرٗا ٣٦
Haydi ayetlerimizi yalan diyen o kavme gidin! dedik; sonunda o kavmi yerle bir ederek helak ettik.
وَقَوۡمَ نُوحٖ لَّمَّا كَذَّبُواْ ٱلرُّسُلَ أَغۡرَقۡنَٰهُمۡ وَجَعَلۡنَٰهُمۡ لِلنَّاسِ ءَايَةٗۖ وَأَعۡتَدۡنَا لِلظَّٰلِمِينَ عَذَابًا أَلِيمٗا ٣٧
Nuh kavmini de, peygamberleri inkar ettiklerinde, suda boğduk ve kendilerini insanlara bir ibret yaptık. Zalimlere de acı bir azap hazırladık.
وَعَادٗا وَثَمُودَاْ وَأَصۡحَٰبَ ٱلرَّسِّ وَقُرُونَۢا بَيۡنَ ذَٰلِكَ كَثِيرٗا ٣٨
Ad'ı, Semüd'u, Ress halkını ve bunlar arasında (gelip geçen) birçok nesilleri de (helak ettik).
وَكُلّٗا ضَرَبۡنَا لَهُ ٱلۡأَمۡثَٰلَۖ وَكُلّٗا تَبَّرۡنَا تَتۡبِيرٗا ٣٩
Ki onların her birine öğüt olarak örnekler vermiştik; (sonunda) her birini mahv ve perişan ettik de ettik.
وَلَقَدۡ أَتَوۡاْ عَلَى ٱلۡقَرۡيَةِ ٱلَّتِيٓ أُمۡطِرَتۡ مَطَرَ ٱلسَّوۡءِۚ أَفَلَمۡ يَكُونُواْ يَرَوۡنَهَاۚ بَلۡ كَانُواْ لَا يَرۡجُونَ نُشُورٗا ٤٠
Andolsun ki, o afet yağmuruna tutulan memlekete de vardılar. Artık onu da görüyor değiller mi? Doğrusu yeniden dirilmeyi ümit etmiyorlar, uyanmak istemiyorlardı.
وَإِذَا رَأَوۡكَ إِن يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَٰذَا ٱلَّذِي بَعَثَ ٱللَّهُ رَسُولًا ٤١
Seni gördükleri zaman da, sadece alaya alıyorlar: «Bu mu Allah'ın peygamber olarak gönderdiği?» diyorlar.
إِن كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنۡ ءَالِهَتِنَا لَوۡلَآ أَن صَبَرۡنَا عَلَيۡهَاۚ وَسَوۡفَ يَعۡلَمُونَ حِينَ يَرَوۡنَ ٱلۡعَذَابَ مَنۡ أَضَلُّ سَبِيلًا ٤٢
Sahi be! Az kalsın bizi tanrılarımızdan saptıracaktı, onlara tapmakta direnmemiş olsaydık! diyorlar. Fakat ileride azabı görecekleri gün kimin yolunun daha sapık olduğunu bilecekler.
أَرَءَيۡتَ مَنِ ٱتَّخَذَ إِلَٰهَهُۥ هَوَىٰهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيۡهِ وَكِيلًا ٤٣
Gördün mü o tanrısını canının istediği edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın?
أَمۡ تَحۡسَبُ أَنَّ أَكۡثَرَهُمۡ يَسۡمَعُونَ أَوۡ يَعۡقِلُونَۚ إِنۡ هُمۡ إِلَّا كَٱلۡأَنۡعَٰمِ بَلۡ هُمۡ أَضَلُّ سَبِيلًا ٤٤
Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini veya kavradıklarını mı sanıyorsun? Onlar sırf hayvan gibi, hatta gidişçe daha sapkındırlar.
أَلَمۡ تَرَ إِلَىٰ رَبِّكَ كَيۡفَ مَدَّ ٱلظِّلَّ وَلَوۡ شَآءَ لَجَعَلَهُۥ سَاكِنٗا ثُمَّ جَعَلۡنَا ٱلشَّمۡسَ عَلَيۡهِ دَلِيلٗا ٤٥
Rabbinin gölgeyi nasıl uzatmakta olduğunu görmedin mi? Dileseydi elbette onu hareketsiz de kılardı. Sonra Biz güneşi ona nasıl delil kılmışız?