بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّٰلِحَٰتِ لَا نُكَلِّفُ نَفۡسًا إِلَّا وُسۡعَهَآ أُوْلَٰٓئِكَ أَصۡحَٰبُ ٱلۡجَنَّةِۖ هُمۡ فِيهَا خَٰلِدُونَ ٤٢
İman edip salih amel işleyenler (var ya) - ki biz herkese ancak gücünün yettiğini teklif ederiz- işte onlar, cennetliktirler, onlar orada ebedî olarak kalıcıdırlar.
وَنَزَعۡنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنۡ غِلّٖ تَجۡرِي مِن تَحۡتِهِمُ ٱلۡأَنۡهَٰرُۖ وَقَالُواْ ٱلۡحَمۡدُ لِلَّهِ ٱلَّذِي هَدَىٰنَا لِهَٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهۡتَدِيَ لَوۡلَآ أَنۡ هَدَىٰنَا ٱللَّهُۖ لَقَدۡ جَآءَتۡ رُسُلُ رَبِّنَا بِٱلۡحَقِّۖ وَنُودُوٓاْ أَن تِلۡكُمُ ٱلۡجَنَّةُ أُورِثۡتُمُوهَا بِمَا كُنتُمۡ تَعۡمَلُونَ ٤٣
O cennet ehlinin kalblerinde olan hased ve kini çıkarırız. (Oturdukları yerlerin) altlarından ırmaklar akar (Haldeki yerlerini görünce) şöyle derler: “- Allah’a hamd olsun ki, bizi, hidayeti ile buna kavuşturdu. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi, kendiliğimizden bunun yolunu bulamazdık. Gerçekten Rabbimizin peygamberleri, hakkı getirmişlerdir.” Onlara şöyle çağrılır: “- İşte amelleriniz sebebiyle mirasçı olarak kondurulduğunuz cennet, budur.”
وَنَادَىٰٓ أَصۡحَٰبُ ٱلۡجَنَّةِ أَصۡحَٰبَ ٱلنَّارِ أَن قَدۡ وَجَدۡنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقّٗا فَهَلۡ وَجَدتُّم مَّا وَعَدَ رَبُّكُمۡ حَقّٗاۖ قَالُواْ نَعَمۡۚ فَأَذَّنَ مُؤَذِّنُۢ بَيۡنَهُمۡ أَن لَّعۡنَةُ ٱللَّهِ عَلَى ٱلظَّٰلِمِينَ ٤٤
Bir de cennetlik olanlar cehennemliklere şöyle çağırırlar; “- Gerçekten biz, Rabbimizin bize vaad buyurduğu sevabı hak bulduk. Siz de Rabbinizin vaad buyurduğu cezayı hak buldunuz mu?” Onlar da: “- Evet, hak bulduk.” derler. Bunun üzerine, iki topluluk arasında bir çağırıcı (Hz. İsrâfil Aleyhisselâm) şöyle nida eder (çağırır): “-Allah’ın lâneti zalimler üzerine olsun!”
ٱلَّذِينَ يَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ ٱللَّهِ وَيَبۡغُونَهَا عِوَجٗا وَهُم بِٱلۡأٓخِرَةِ كَٰفِرُونَ ٤٥
İnsanları Allah yolundan çevirenler ve yolu eğri (çarpık) bir hale getirmek isteyenler, işte onlar, âhireti inkâr edenlerdir.
وَبَيۡنَهُمَا حِجَابٞۚ وَعَلَى ٱلۡأَعۡرَافِ رِجَالٞ يَعۡرِفُونَ كُلَّۢا بِسِيمَىٰهُمۡۚ وَنَادَوۡاْ أَصۡحَٰبَ ٱلۡجَنَّةِ أَن سَلَٰمٌ عَلَيۡكُمۡۚ لَمۡ يَدۡخُلُوهَا وَهُمۡ يَطۡمَعُونَ ٤٦
Cennetliklerle cehennemlikler arasında bir sûr (perde) vardır. A’raf (cennet hisarı) üzerinde de bir takım insanlar (sevab ve günahları eşit olup en son cennete girecek olanlar) var ki, bunlar, cennetlik ve cehennemliklerden her birini çehreleriyle tanırlar; ve henüz cennete giremeyip onu arzu eder oldukları halde, cennetliklere “Selâmün Aleyküm”, diye nida ederler.
۞ وَإِذَا صُرِفَتۡ أَبۡصَٰرُهُمۡ تِلۡقَآءَ أَصۡحَٰبِ ٱلنَّارِ قَالُواْ رَبَّنَا لَا تَجۡعَلۡنَا مَعَ ٱلۡقَوۡمِ ٱلظَّٰلِمِينَ ٤٧
Gözleri cehennemlikler tarafına çevrildiği zaman da: “- Ey Rabbimiz! Bizi, zalimler topluluğu ile beraber yapma.” derler.
وَنَادَىٰٓ أَصۡحَٰبُ ٱلۡأَعۡرَافِ رِجَالٗا يَعۡرِفُونَهُم بِسِيمَىٰهُمۡ قَالُواْ مَآ أَغۡنَىٰ عَنكُمۡ جَمۡعُكُمۡ وَمَا كُنتُمۡ تَسۡتَكۡبِرُونَ ٤٨
Yine A’raf ehli, (kâfirlerin elebaşlarından kara) simalarıyla tanıdıkları bir takım adamlara nida edip diyecekler ki: “- Gördünüz mü? topladığınız mallarla yârânınız, kibirle azametiniz, size hiç fayda vermedi.”
أَهَٰٓؤُلَآءِ ٱلَّذِينَ أَقۡسَمۡتُمۡ لَا يَنَالُهُمُ ٱللَّهُ بِرَحۡمَةٍۚ ٱدۡخُلُواْ ٱلۡجَنَّةَ لَا خَوۡفٌ عَلَيۡكُمۡ وَلَآ أَنتُمۡ تَحۡزَنُونَ ٤٩
A’raftakiler, kâfirlerin ileri gelenlerine fakir müminleri göstererek: “- Bunlar, müminlerin zayıfları değil midir ki, siz dünyada bunları tahkir edip onlar Allah’ın rahmetine erişemez (cennete giremez) ler diye yemin ediyordunuz?” derler. O anda fukaraya şöyle denir; “- Cennete girin. Size hiç bir korku yoktur ve siz mahzun da olacak değilsiniz.”
وَنَادَىٰٓ أَصۡحَٰبُ ٱلنَّارِ أَصۡحَٰبَ ٱلۡجَنَّةِ أَنۡ أَفِيضُواْ عَلَيۡنَا مِنَ ٱلۡمَآءِ أَوۡ مِمَّا رَزَقَكُمُ ٱللَّهُۚ قَالُوٓاْ إِنَّ ٱللَّهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى ٱلۡكَٰفِرِينَ ٥٠
Cehennemlikler, cennetliklere şöyle çağırır: “- Suyunuzdan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da bize akıtın.” Onlar da: “- Doğrusu Allah, bunları kâfirlere haram etti” derler.
ٱلَّذِينَ ٱتَّخَذُواْ دِينَهُمۡ لَهۡوٗا وَلَعِبٗا وَغَرَّتۡهُمُ ٱلۡحَيَوٰةُ ٱلدُّنۡيَاۚ فَٱلۡيَوۡمَ نَنسَىٰهُمۡ كَمَا نَسُواْ لِقَآءَ يَوۡمِهِمۡ هَٰذَا وَمَا كَانُواْ بِـَٔايَٰتِنَا يَجۡحَدُونَ ٥١
O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve bir oyun edinmişlerdi ve dünya hayatı da kendilerini aldatmıştı; bunlar, şu güne kavuşmayı unuttukları ve âyetlerimizi inkâr ettikleri gibi, biz de bugün onları unutacağız.
وَلَقَدۡ جِئۡنَٰهُم بِكِتَٰبٖ فَصَّلۡنَٰهُ عَلَىٰ عِلۡمٍ هُدٗى وَرَحۡمَةٗ لِّقَوۡمٖ يُؤۡمِنُونَ ٥٢
Andolsun, biz onlara (Mekke’lilere) bir kitab (Kur’an) getirdik ki, iman edecek olan herhangi bir kavme, bir hidayet ve rahmet (temel nizam) olsun. Onun için tam bir ilim üzere, onun hükümlerini ayrı ayrı beyan ettik.