بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ

وَلَقَد تَّرَكۡنَا مِنۡهَآ ءَايَةَۢ بَيِّنَةٗ لِّقَوۡمٖ يَعۡقِلُونَ ٣٥

Andolsun ki, âkilâne düşünür bir kavim için oradan bir apaçık alâmet bırakmışızdır.

– Ömer Nasuhi Bilmen

وَإِلَىٰ مَدۡيَنَ أَخَاهُمۡ شُعَيۡبٗا فَقَالَ يَٰقَوۡمِ ٱعۡبُدُواْ ٱللَّهَ وَٱرۡجُواْ ٱلۡيَوۡمَ ٱلۡأٓخِرَ وَلَا تَعۡثَوۡاْ فِي ٱلۡأَرۡضِ مُفۡسِدِينَ ٣٦

Ve Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: «Ey kavmim! Allah'a ibadet ediniz, son güne ümitvar olunuz. Ve yeryüzünde müfsitler olarak fesat çıkarmayınız.»

– Ömer Nasuhi Bilmen

فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَتۡهُمُ ٱلرَّجۡفَةُ فَأَصۡبَحُواْ فِي دَارِهِمۡ جَٰثِمِينَ ٣٧

Halbuki, O'nu tekzîp ettiler, artık onları şiddetli bir sarsıntı yakaladı da yurtlarında dizleri üzerine çöküvermiş kimseler olarak sabahladılar.

– Ömer Nasuhi Bilmen

وَعَادٗا وَثَمُودَاْ وَقَد تَّبَيَّنَ لَكُم مِّن مَّسَٰكِنِهِمۡۖ وَزَيَّنَ لَهُمُ ٱلشَّيۡطَٰنُ أَعۡمَٰلَهُمۡ فَصَدَّهُمۡ عَنِ ٱلسَّبِيلِ وَكَانُواْ مُسۡتَبۡصِرِينَ ٣٨

Ve Âd ve Semûd (kavmini de helâk ettik). Muhakkak ki, sizin için onların oturmuş oldukları yerlerden (başlarına gelen felaketler) açıklanmıştır ve şeytan onların yaptıkları işleri süslü göstermiş de onları yoldan saptırmıştır. Halbuki, gözleri görür kimseler olmuşlardı.

– Ömer Nasuhi Bilmen

وَقَٰرُونَ وَفِرۡعَوۡنَ وَهَٰمَٰنَۖ وَلَقَدۡ جَآءَهُم مُّوسَىٰ بِٱلۡبَيِّنَٰتِ فَٱسۡتَكۡبَرُواْ فِي ٱلۡأَرۡضِ وَمَا كَانُواْ سَٰبِقِينَ ٣٩

Ve Karun'u ve Fir'avun'u ve Hâmân'ı da (helâk ettik). Andolsun ki, onlara Mûsa beyyineler ile gelmişti. Fakat onlar yeryüzünde böbürlendiler. Halbuki, onlar (helâkin) önüne geçecek kimseler değildiler.

– Ömer Nasuhi Bilmen

فَكُلًّا أَخَذۡنَا بِذَنۢبِهِۦۖ فَمِنۡهُم مَّنۡ أَرۡسَلۡنَا عَلَيۡهِ حَاصِبٗا وَمِنۡهُم مَّنۡ أَخَذَتۡهُ ٱلصَّيۡحَةُ وَمِنۡهُم مَّنۡ خَسَفۡنَا بِهِ ٱلۡأَرۡضَ وَمِنۡهُم مَّنۡ أَغۡرَقۡنَاۚ وَمَا كَانَ ٱللَّهُ لِيَظۡلِمَهُمۡ وَلَٰكِن كَانُوٓاْ أَنفُسَهُمۡ يَظۡلِمُونَ ٤٠

Artık hepsini de kendi günahlarıyla yakaladık. Binaenaleyh onlardan bazıları üzerine bir rüzgâr gönderdik ve onlardan bazılarını şiddetli bir ses tutuverdi ve onlardan bazısını da yere batırdık ve onlardan kimisini de garkettik ve Allah onlara zulmeder olmadı. Fakat onlar kendi nefislerine zulmediciler oldular.

– Ömer Nasuhi Bilmen

مَثَلُ ٱلَّذِينَ ٱتَّخَذُواْ مِن دُونِ ٱللَّهِ أَوۡلِيَآءَ كَمَثَلِ ٱلۡعَنكَبُوتِ ٱتَّخَذَتۡ بَيۡتٗاۖ وَإِنَّ أَوۡهَنَ ٱلۡبُيُوتِ لَبَيۡتُ ٱلۡعَنكَبُوتِۚ لَوۡ كَانُواْ يَعۡلَمُونَ ٤١

Allah'tan başka velîler ittihaz edenlerin meseli bir ev edinmiş olan örümceğin meseli gibidir. Ve şüphe yok ki, evlerin en çürüğü elbette ki, örümceğin evidir. Eğer bilir kimseler olsalar idi.

– Ömer Nasuhi Bilmen

إِنَّ ٱللَّهَ يَعۡلَمُ مَا يَدۡعُونَ مِن دُونِهِۦ مِن شَيۡءٖۚ وَهُوَ ٱلۡعَزِيزُ ٱلۡحَكِيمُ ٤٢

Şüphe yok ki, Allah kendisinden başka neye ibadet ettiklerini bilir. Halbuki azîz, hakîm olan O'dur.

– Ömer Nasuhi Bilmen

وَتِلۡكَ ٱلۡأَمۡثَٰلُ نَضۡرِبُهَا لِلنَّاسِۖ وَمَا يَعۡقِلُهَآ إِلَّا ٱلۡعَٰلِمُونَ ٤٣

Ve şu misalleri ki, onları nâs için irâd ediyoruz. Maamafih onlara bilginlerden başkası akıl erdiremez.

– Ömer Nasuhi Bilmen

خَلَقَ ٱللَّهُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضَ بِٱلۡحَقِّۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَأٓيَةٗ لِّلۡمُؤۡمِنِينَ ٤٤

Allah Teâlâ, gökleri ve yeri hakka mukarin olarak yaratmıştır. Şüphe yok ki, bunda mü'minler için bir alâmet vardır.

– Ömer Nasuhi Bilmen

ٱتۡلُ مَآ أُوحِيَ إِلَيۡكَ مِنَ ٱلۡكِتَٰبِ وَأَقِمِ ٱلصَّلَوٰةَۖ إِنَّ ٱلصَّلَوٰةَ تَنۡهَىٰ عَنِ ٱلۡفَحۡشَآءِ وَٱلۡمُنكَرِۗ وَلَذِكۡرُ ٱللَّهِ أَكۡبَرُۗ وَٱللَّهُ يَعۡلَمُ مَا تَصۡنَعُونَ ٤٥

Kitaptan sana vahyedilmiş olanı tilâvet et ve namazı dosdoğru kıl. Şüphe yok ki namaz, hayasızlıklardan ve yaramaz şeylerden nehyeder. Ve elbette ki, Allah'ın zikri en büyüktür. Ve Allah ne yapar olduğunuzu bilir.

– Ömer Nasuhi Bilmen

AYARLAR
Okuyucu

Yazı Boyutu


00:00
00:00