بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

إِنَّ ٱلْمُتَّقِينَ فِى جَنَّٰتٍ وَعُيُونٍ ﴿١٥

Şüphesiz ki müttekiler cennetlerde pınar başlarındadır.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Muhakkak ki muttakiler; cennetlerde ve çeşmelerdedirler.

— İbni Kesir

(15-16) Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi.

— Diyanet İşleri

(15-16) Şübhesiz ki (fenâlıkdan) sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği (sevabı) ahz (-ü kabul) etmiş (ve bundan raazî olmuş) olarak, cennetlerde, pınarlar (ın başların) dadırlar. Çünkü onlar bundan evvel iyi amel (ve hareket) edenlerdi.

— Hasan Basri Çantay

Doğrusu Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, cennetlerde, pınar başlarındadırlar.

— Seyyid Kutub

ءَاخِذِينَ مَآ ءَاتَىٰهُمْ رَبُّهُمْۚ إِنَّهُمْ كَانُواْ قَبْلَ ذَٰلِكَ مُحْسِنِينَ ﴿١٦

Alarak Rableri’nin kendilerine verdiğini, çünkü onlar bundan evvel güzellik yapmayı âdet edinmişlerdi.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Rabblarının kendilerine verdiğini almış olarak. Zira onlar bundan önce de ihsan edenlerdendi.

— İbni Kesir

(15-16) Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi.

— Diyanet İşleri

(15-16) Şübhesiz ki (fenâlıkdan) sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği (sevabı) ahz (-ü kabul) etmiş (ve bundan raazî olmuş) olarak, cennetlerde, pınarlar (ın başların) dadırlar. Çünkü onlar bundan evvel iyi amel (ve hareket) edenlerdi.

— Hasan Basri Çantay

Rab'lerinin, kendilerine verdiğini alırlar. Çünkü onlar bundan önce de güzel davranırlardı.

— Seyyid Kutub

كَانُواْ قَلِيلًا مِّنَ ٱلَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ ﴿١٧

Geceden pek az uyuyorlardı.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Onlar gecenin az bir kısmında uyurlardı.

— İbni Kesir

Geceleri pek az uyurlardı.

— Diyanet İşleri

Onlar gecenin (ancak) az bir kısmında uyurlardı.

— Hasan Basri Çantay

Geceleri pek az uyurlardı.

— Seyyid Kutub

وَبِٱلْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ ﴿١٨

Ve seher vakitleri hep istiğfar ederlerdi.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi.

— İbni Kesir

Seherlerde bağışlama dilerlerdi.

— Diyanet İşleri

Sehar vakıflarında da onlar istiğfar ederlerdi.

— Hasan Basri Çantay

Seher vaktinde de istiğfar ederlerdi.

— Seyyid Kutub

وَفِىٓ أَمْوَٰلِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّآئِلِ وَٱلْمَحْرُومِ ﴿١٩

Ve mallarında sâil ve mahrum için bir hak vardı.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Onların mallarında yoksullar ve muhtaçlar için de bir hak vardır.

— İbni Kesir

Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.

— Diyanet İşleri

Onların mallarında sâilin ve (kemâl-i iffetinden dolayı dilencilik etmeyen) yoksulun da bir hakkı vardı.

— Hasan Basri Çantay

Mallarında dilenci ve yoksul için bir hak vardı.

— Seyyid Kutub

وَفِى ٱلْأَرْضِ ءَايَٰتٌ لِّلْمُوقِنِينَ ﴿٢٠

Arzda da âyetler var iykan ehli için.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır.

— İbni Kesir

(20-21) Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?

— Diyanet İşleri

(Küre-i) arzda kâmil bilgi saahibleri için nice âyetler vardır.

— Hasan Basri Çantay

Kesin inanacak insanlar için yeryüzünde nice deliller vardır.

— Seyyid Kutub

وَفِىٓ أَنفُسِكُمْۚ أَفَلَا تُبْصِرُونَ ﴿٢١

Nefislerinizde de, halâ görmiyecekmisiniz.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Kendi nefislerinizde de. Hala görmez misiniz?

— İbni Kesir

(20-21) Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?

— Diyanet İşleri

Kendi nefislerinizde dahi (nice âyetler var. Bunları) görmüyor musunuz?

— Hasan Basri Çantay

Kendi canlarınızda da nice deliller vardır. Görmüyor musunuz?

— Seyyid Kutub

وَفِى ٱلسَّمَآءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ ﴿٢٢

Semâ’da da rızkınız ve o vaadolunduğunuz.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Rızkınız da, size vaadolunan şeyler de semadadır.

— İbni Kesir

Gökte rızkınız ve size vaad olunan şeyler vardır.

— Diyanet İşleri

Rızkınız ve size va'd olunagelen şeyleri gök (ler) dedir.

— Hasan Basri Çantay

Rızkınız da, size va'dedilen azab da göktedir.

— Seyyid Kutub

فَوَرَبِّ ٱلسَّمَآءِ وَٱلْأَرْضِ إِنَّهُۥ لَحَقٌّ مِّثْلَ مَآ أَنَّكُمْ تَنطِقُونَ ﴿٢٣

İşte o göğün ve yerin Rabbi’ne kasem ederim ki o şüphesiz haktır sizin nâtık olmanız gibi.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Göğün ve yerin Rabbına andolsun ki; bu, sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir.

— İbni Kesir

Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki o (size va’dolunanlar), sizin konuşmanız gibi gerçektir.

— Diyanet İşleri

İşte o göğün ve yerin Rabbine andolsun ki (va'd olunduğunuz) o (şeyler) tıpkı sizin konuşduğunuz gibi şübhesiz ve kat'î bir gerçekdir.

— Hasan Basri Çantay

Göklerin ve yerin Rabb'ine and olsun ki bu vaad, sizin konuşmanız kadar kesin ve gerçektir.

— Seyyid Kutub

هَلْ أَتَىٰكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَٰهِيمَ ٱلْمُكْرَمِينَ ﴿٢٤

Geldi mi sana İbrahim’in ikram edilen müsafirlerinin kıssası?

— Elmalılı Hamdi Yazır

Sana, İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi geldi mi?

— İbni Kesir

(Ey Muhammed!) İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi?

— Diyanet İşleri

İbrâhîmin (Allah indinde) şerefli müsâfirlerinin haberi sana geldi mi?

— Hasan Basri Çantay

İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?

— Seyyid Kutub

إِذْ دَخَلُواْ عَلَيْهِ فَقَالُواْ سَلَٰمًاۖ قَالَ سَلَٰمٌ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ ﴿٢٥

O vakit ki üzerine girdiler de "Selam sana!" dediler. "Selâm, görülmedik bir kavim" dedi.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Hani onlar, yanına girip; selam sana, demişlerdi de; selam, demişti. Tanınmamış bir zümre.

— İbni Kesir

Hani onlar, İbrahim’in yanına varmışlar ve “Selâm olsun sana!” demişlerdi. O da “Size de selâm olsun.” demiş, “Bunlar tanınmamış (yabancı) kimseler” (diye düşünmüştü).

— Diyanet İşleri

Hani bunlar, onun yanına girmişlerdi de «Selâm» demişlerdi. (İbrâhîm de) «selâm» demiş (selâm ile mukaabele etmiş), «(Bunlar) tanınmamış bir zümre» demişdi.

— Hasan Basri Çantay

Onlar, İbrahim'in yanına girip «Selam sana» demişlerdi, İbrahim de: «Selam size» demişti. İçinden de, onların «tanınmamış bir topluluk» olduklarını geçirmişti.

— Seyyid Kutub

AYARLAR