Sûrenin Adı
Surenin adı 38. ayette geçen "şura" kelimesinden alınmıştır.
Nüzul Zamanı
Nüzul zamanıyla ilgili kesin kayıt bulunmamasına rağmen bu sure muhtemelen "Fussilet Suresi"nden hemen sonra nazil
olmuştur. Çünkü bu surenin muhtevası, "Fussilet Suresi"nin adeta bir devamı niteliğindedir. Fussilet Suresi'ni dikkatle
mutalâa eden bir okuyucu; Mekke ve civarındaki her hassas insanın açıkça müşahede edebilmesi için, Kureyş'in ileri
gelenlerinin ne kadar haksızca muhalefet yaptıklarını, buna mukabil Hz. Peygamber'in (s.a) davasının ne kadar ciddi ve
mantıklı, kendisinin ne kadar şerefli bir insan olduğunun anlatıldığını görecektir. Bu hususun tam akabinde, İslâm
davası öylesine net bir şekilde ortaya konmuştur ki, hakikate saygı gösteren bir kimsenin, artık Kur'an'ı reddetmesi
mümkün değildir. Ancak dalâlet içinde olanlar müstesna. Çünkü onlar kör ve sağırlar gibidirler ve girdikleri cehalet
bataklığından da çıkamazlar.
Konu
Surenin girişinde şöyle denilmiştir: "Sizler, elçimizin getirdiği mesaj hakkında niçin dedikodu yapıyorsunuz?
Rasulullah'ın (s.a) bu daveti yeni bir şey olmadığı gibi, bu davet tarihte ilk defa gönderiliyor da değildir. Nitekim
Allah, daha önce de seçtiği kullarına vahyini indirmiş ve insanlara hidayet göndermiştir. O halde kainatın yaratıcı ve
hakimi olan Allah'ın biricik ma'bud oluşunda ne gibi bir acaiplik bulunmaktadır?
Asıl acaip olan, Allah'ın yarattığı nimetlerden yararlanmanıza rağmen, başkalarını ma'bud ittihaz etmeniz ve sizleri
tevhide davet eden birine kızmanızdır. Oysa sizleri ve kainatı yaratan Allah'a ortak koşmanız, çok büyük bir cürümdür.
Bu yüzden, göğün üzerinizde çatlaması, hiç de acaip olmaz. Sözkonusu küstahlığınıza melekler dahi hayret etmekte ve her
an azabın üzerinize gelebileceğinden çekinmektedir.
Bundan sonra bir şahsın nebi veya rasul olarak gönderilmesinin, onun, insanların kaderini elinde tuttuğu ve onların
nasiplerini değiştirebileceği anlamına gelmeyeceği anlatılmaktadır. Zaten hiçbir peygamber, böyle bir iddiada da
bulunmamıştır. İnsanların kader ve kısmetleri ancak Allah'ın elindedir. Peygamberlerin vazifesi ise, sadece gaflet
içinde olanları uyarmak ve onlara doğru yolu göstermektir. Peygamberi inkar ederek, ondan yüz çevirenlerden hesap
sorulacak ve muhakkak surette azaba çarptırılacaklardır. Ancak, bunu Allah yapacaktır. Dolayısıyla, kendilerine tabi
olmadığınızda ya da karşı geldiğinizde, sizleri helâk etmek ve kahretmekle tehdit eden dinî önderlerinizin iddia ettiği
gibi, peygamberlerin de aynı iddiayla ortaya çıktığı düşüncesini zihninizden çıkarın. Bu yanlışın tashihi yanısıra, şu
hususa da değinilmiştir: "Peygamber (s.a) sizlerin iyiliğinizi ister, kötülüğünüzü değil. Bu yüzden o, takip ettiğiniz
yolun felakete götürdüğünü söyleyerek sizleri doğru yola davet etmektedir."
Daha sona Allah Teâlâ; "Niçin her insanı doğuştan hak yola koymadığı ve insanların inhiraf ederek sapıklığa
düşmelerine izin verdiği" gibi meseleleri açıklamıştır. İnsanlara böyle bir serbestî tanımasının nedeni olarak da,
onların kendi iradeleriyle Allah'ı tanımalarının ve böylece O'nun sonsuz nimetlerine kavuşmalarının istendiği
bildirilmiştir. Bu özellik ise diğer mahlukata verilmemiştir. Bazı insanlar, kendi şuur ve iradeleriyle Allah'ı veli
edinirler. İşte bu insanlara, Allah yardım eder, onlara doğru yolu gösterir, salih ameller nasip eder ve onları kendi
rahmeti altına alır. Allah'dan başka veli edinen kimseler ise, Allah'ın rahmetinden mahrum kalırlar. Burada ayrıca
gerçek velînin Allah olduğundan ve başka hiç kimsenin velâyet hakkına sahip bulunmadığından bahsedilmiştir. Bir
kimsenin başarısı, gerçek velisini tesbit edebilmesine, yani yalnız Allah'ı veli edinebilmesine bağlıdır.
Daha sonra Rasulullah'ın öne sürdüğü iddianın keyfiyeti açıklanmıştır.
Öncelikle bilinmelidir ki, Allah, kâinatın ve insanların yaratıcısıdır. Dolayısıyla kainatın asıl sahibi, velisi ve
hükümdarı da O'dur. İnsanlar için kurallar koymaya, onlara din ve şeriat vermeye, insanların aralarındaki ihtilaflarda,
hakkın ve haksızlığın ne olduğunu bildirmeye de sadece O'nun yetkisi vardır.
O'nun dışında hiçbir kimsenin bu konularda söz söylemeye hakkı yoktur. Başka bir ifadeyle, gerçek hükümdar ve kanun
koyucu Allah'tır. Dolayısıyla bir kimsenin bu konularda söz söyleme hakkı yoktur. Başka bir ifadeyle, gerçek hükümdar
ve kanun koyucu Allah'tır. Dolayısıyla bir kimse, Allah'tan başkalarının koyduğu kurallara uyduğu takdirde, Allah'ı tek
hakim kabul etse dahi, bu bir anlam ifade etmez. Çünkü Allah, insanlara başlangıçtan itibaren bir "din" vermiş, onlara
gidecekleri yolu göstermiştir.
Tüm peygamberler, kavimlerine aynı dini getirmiş ve ayrı dinlerden bahsetmemişlerdir. Allah'ın tayin ettiği bu
peygamberler, başından beri, nesilden nesile aynı dini takip etmişler ve diğer insanları da aynı dine davet
etmişlerdir.
Bu din, sadece kabul etmekle yetinin diye değil, onu yeryüzünde hakim kılın, uygulayın ve arzdaki sapık dinleri
ortadan kaldırarak, gerçek dini ikâme edin diye gönderilmiştir. Yine peygamberler bu dini sadece tebliğ etmek için
değil, aynı zamanda diğer sapık dinlerin kökünü kazıyarak İslâm'ı hakim kılmaları için görevlendirilmişlerdir.
Aslında insanlar için gönderilen din aynıdır. Ancak peygamberlerden sonra bazı çıkarcı insanlar, sırf kendi
menfaatleri için gerçek dini tahrif etmişler, ihtilaf çıkarmışlar ve böylelikle sayısız din ve mezhep icad etmişlerdir.
Bütün bunların hepsi, gerçek dinin tahrif olmuş şekilleridir.
İşte Hz. Muhammed (s.a) tahrif edilmiş bu dinlerin yerine, gerçek dini tebliğ etmek ve onu hakim kılmaya çalışmak
için gönderilmiştir. Sizler, bu yüzden Allah'a hamd edeceğinize, aksine akılsızlığınızdan dolayı Hz. Peygamber'e (s.a)
karşı çıkıyorsunuz. Bu saçma muhalefetinizden ötürü, Hz. Peygamber (s.a) asla davetten vazgeçmeyecektir. Çünkü o, bu
davayı sonuna kadar sürdürmekle görevlendirilmiştir. Ondan hiçbir surette taviz beklemeyin, zira o, bu halis dine,
sizin adet ve hurafelerinizi sokmayacaktır. Zaten onun görevi, dini bu hurafelerden arındırmaktır.
Sizler, Allah'dan başkasının koyduğu kuralları getirerek, Allah'ın dinine ne kadar büyük düşmanlık yaptığınızı idrak
bile edemiyorsunuz. Bunun yanısıra dünyada yaptıklarınızı önemsemiyorsunuz, ama unutmayın ki bu, Allah'ın indinde
şirktir, büyük bir suçtur ve cezası da çok ağırdır. Allah'a karşı gelerek kendiliğinden bir "din" ortaya koyanların ve
bu dine uyanların hepsi de aynı cezaya çarptırılacaktır.
Dinin gerçek sınırları çizildikten sonra, "Rasulullah (s.a) sizleri yola getirebilmek için, en güzel üslupla tebliğ
ve tavsiyede bulunmuştur." denilmektedir. Bir yanda Allah'ın kitabı, hakikati sizlere kendi dilinizde açıklarken, diğer
yanda Hz. Peygamber'in (s.a) ve arkadaşlarının tertemiz hayatları, bu kitabın nasıl insan yetiştirdiğine birer örnek
teşkil etmektedir. Fakat buna rağmen hidayeti kabul etmezseniz şayet, artık hiçbir şey sizleri doğru yola getiremez.
Böylece sizler, asırlar boyu cehaletinizde ısrar etme sonucunda Allah'ın dalâlette kalanlar için takdir ettiği azaba
çarptırılacaksınız.
Bu hakikatler beyan edilirken, yer yer de tevhid ve ahiret hakkında deliller öne sürülmekte ve ayrıca dünyada tamah
etmenin kötü sonuçları ile ahiretteki karşılığı hakkında uyarılarda bulunulmaktadır. Ayrıca kafirlerin kendilerinin
İslâm'ı kabul etmelerine engel olan ahlâkî zaafları eleştiri konusu yapılmaktadır.
Özetlemek gerekirse, bu surede, iki hususa değinilmiştir.
-
Hz. Muhammed (s.a) daha önce 40 yıl süren hayatı boyunca "Kitap" hakkında hiç bilgiye sahip değildi ve imana
taalluk eden meselelerden habersizdi. Şimdiyse birdenbire bu iki konudan (kitap ve iman) bahsetmektedir ki bu da
onun, bir peygamber olduğunun apaçık kanıtıdır.
-
Hz. Peygamber'in (s.a) Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğu şeklindeki iddiası, onun, Allah'ı bizzat gördüğü anlamına
gelmez. Allah, daha önceki peygamberlere vahyettiği gibi, şu üç yolla mesajını göndermiştir. Birincisi, vahiy
yoluyla, ikincisi, perde arkasından, üçüncüsü, melek aracılığıyla. Bu husus, kafirlerin Hz. Peygamber'e (s.a) "Allah
ile bizzat konuşuyor" şeklinde itiraz etmelerini önlemek ve hakkı arayanların da Hz. Peygamber'in (s.a) hidayeti
hangi vasıtayla aldığını anlamalarını sağlamak için izah edilmiştir.
Kaynak: Mevdûdî - Tefhimu'l Kur'an