بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَحِفۡظٗا مِّن كُلِّ شَيۡطَٰنٖ مَّارِدٖ ٧
Hem mütemerrid ve her şeytandan koruduk.
Ve onu inatçı her şeytandan koruduk.
Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk.
(Onu itaatden çıkan) her mütemerrid şeytandan koruduk.
Ve onu itaat etmeyen her şeytandan koruduk.
لَّا يَسَّمَّعُونَ إِلَى ٱلۡمَلَإِ ٱلۡأَعۡلَىٰ وَيُقۡذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبٖ ٨
Onlar mele-i alâyı dinleyemezler, tard için her taraftan sıkıya tutulurlar.
Onlar Mele-i Ala'yı dinleyemezler ve her yönden sürülerek atılırlar.
(8-9) Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır.
(8-9) Ki onlar «Mele'-i a'lâ» ya kulak verib dinleyemezler, her yandan koğularak atılırlar. Onlar için (âhiretde de) ardı arası kesilmez bir azâb vardır.
O şeytanlar, yüce alemi (Mele-i A'la'yı) dinleyemezler; her yandan kendilerine mermi gibi yıldızlar atılır.
دُحُورٗاۖ وَلَهُمۡ عَذَابٞ وَاصِبٌ ٩
Ve onlara ayrılmaz bir azâb vardır.
Kovularak. Ve onlar için sürekli bir azab vardır.
(8-9) Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır.
(8-9) Ki onlar «Mele'-i a'lâ» ya kulak verib dinleyemezler, her yandan koğularak atılırlar. Onlar için (âhiretde de) ardı arası kesilmez bir azâb vardır.
Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli azap vardır.
إِلَّا مَنۡ خَطِفَ ٱلۡخَطۡفَةَ فَأَتۡبَعَهُۥ شِهَابٞ ثَاقِبٞ ١٠
Ancak bir çalıp çarpan, onun da peşine bir şihabı sâkıb takılır.
Ancak çalıp çırpan olursa; onu da hemen delip geçen yakıcı bir alev takib eder.
Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder).
Meğer ki (içlerinden) bir çalıb çarpan (ı) olsun. Fakat onu da delib geçen bir alev ta'kıyb etmişdir.
Ancak meleklerin konuşmalarından bir sözü kapan olursa, onu da delen ve yakan alevli yıldızlar takip eder.
فَٱسۡتَفۡتِهِمۡ أَهُمۡ أَشَدُّ خَلۡقًا أَم مَّنۡ خَلَقۡنَآۚ إِنَّا خَلَقۡنَٰهُم مِّن طِينٖ لَّازِبِۭ ١١
Şimdi sor onlara yaradılışca kendileri mi daha çetin yoksa bizim yarattıklarımız mı? Biz kendilerini bir cıvık çamurdan yarattık.
Onlara sor; yaratış bakımından kendileri mi daha zordur, yoksa bizim yaratmış olduklarımız mı? Doğrusu Biz; onları cıvık bir çamurdan yarattık.
(Ey Muhammed!) Şimdi sen onlara sor: “Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa yarattığımız diğer şeyleri yaratmak mı?" Şüphesiz biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.
Şimdi onlardan haber iste: Yaratılışda kendileri mi daha kuvvetli, yoksa bizim yaratdıklarımız mı? Hakıykat biz onları bir cıvık çamurdan yaratdık.
Şimdi sor onlara; «Kendilerini yaratmak mı daha zordur, yoksa, Bizim yarattıklarımız mı?» Aslında biz kendilerini özlü ve yapışkan çamurdan yarattık.
بَلۡ عَجِبۡتَ وَيَسۡخَرُونَ ١٢
Fakat sen taaccüb ettin onlar eğleniyorlar.
Hayır, sen; şaşırıp kaldın, onlarsa alay edip duruyorlar.
Hayır, sen (onların hâline) şaştın, onlar ise alay ediyorlar.
Belki sen (Habîbim) teaccüb etdin. Onlar da (bu teaccübünden dolayı) eğlenirler,
Ey Muhammed! Evet; sen onlara şaşıyorsun, onlar da seninle alay ediyorlar.
وَإِذَا ذُكِّرُواْ لَا يَذۡكُرُونَ ١٣
İhtar edildiklerinde de düşünmüyorlar.
Kendilerine öğüt verildiğinde ise öğüt dinlemezler.
Kendilerine öğüt verildiği zaman öğüt almıyorlar.
Kendilerine (Kur'an ile) va'z edilince düşünüb de öğüt kabul etmezler,
Onlara öğüt verildiği vakit düşünüp öğüt almazlar.
وَإِذَا رَأَوۡاْ ءَايَةٗ يَسۡتَسۡخِرُونَ ١٤
Bir mucize gördükleri vakit de eğlence yerine tutuyorlar.
Bir ayet gördüklerinde, onu eğlenceye alırlar.
Bir mucize gördükleri zaman onu alaya alıyorlar.
Bir mu'cize gördükleri vakit (onu) eğlenceye tutarlar.
Bir mucize görseler onunla alay ederler.
وَقَالُوٓاْ إِنۡ هَٰذَآ إِلَّا سِحۡرٞ مُّبِينٌ ١٥
Ve, bu, diyorlar başka bir şey değil, apaçık bir sihir.
Ve derler ki: Bu, ancak apaçık bir büyüdür.
(Dediler ki:) “Bu bir büyüden başka bir şey değildir.”
(Nitekim) «Bu, dediler, apaçık bir sihirden başkası değildir».
«Bu apaçık büyüdür» derler.
أَءِذَا مِتۡنَا وَكُنَّا تُرَابٗا وَعِظَٰمًا أَءِنَّا لَمَبۡعُوثُونَ ١٦
Öldüğümüz ve bir toprakla bir yığın kemik olduğumuz vakit mı? biz mi ba'solunacakmışız?
Öldüğümüzde, toprak ve kemik olduğumuzda mı, biz mi, diriltileceğiz?
“Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi tekrar diriltileceğiz?”
«Biz olub de bir toprak ve bir yığın kemik olduğumuz vakit mı, saahiden biz mi mutlakaa diriltilmiş olacağız»?.
Yani biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı dirilecekmişiz?
أَوَءَابَآؤُنَا ٱلۡأَوَّلُونَ ١٧
Evvelki atalarımız da mı?
Veya önceki babalarımız mı?
“Önceden gelip geçmiş atalarımız da mı?”
«Evvelki atalarımız da mı?»
Bizden önceki atalarımızda mı dirilecek?