بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
الٓمٓ ١
Elif, lâm, mîm.
Elif, Lam, Mim
Elif Lâm Mîm.
Elif, Lâm, Mim.
Elif Lâm Mim
ذَٰلِكَ ٱلۡكِتَٰبُ لَا رَيۡبَۛ فِيهِۛ هُدٗى لِّلۡمُتَّقِينَ ٢
İşte -o kitap, bunda şüphe yok, aynı hidayet, korunacaklar için.
İşte bu kitab, onda hiç bir şüphe yoktur, müttekiler için hidayettir.
Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.
Bu, o kitab'dır ki kendisinde (Allah katından gönderilmiş olduğunda) hiç şübhe yokdur. (O) takvaa sahibleri için doğru yolun ta kendisidir.
Doğru olduğu kuşkusuz olan bu kitap, takva sahipleri için hidayet kaynağıdır.
ٱلَّذِينَ يُؤۡمِنُونَ بِٱلۡغَيۡبِ وَيُقِيمُونَ ٱلصَّلَوٰةَ وَمِمَّا رَزَقۡنَٰهُمۡ يُنفِقُونَ ٣
Onlar ki gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine merzuk kıldığımız şeylerden infak ederler.
Onlar ki gayba inanırlar. Namazı kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de infak ederler.
Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.
(O takvaa saahibleri ki) onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızk olarak verdiğimizden de (Allah yolunda) harcarlar.
Onlar görmediklerine inanırlar, namazı kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan başkalarına verirler.
وَٱلَّذِينَ يُؤۡمِنُونَ بِمَآ أُنزِلَ إِلَيۡكَ وَمَآ أُنزِلَ مِن قَبۡلِكَ وَبِٱلۡأٓخِرَةِ هُمۡ يُوقِنُونَ ٤
Ve onlar ki hem sana indirilene iman ederler hem senden evvel indirilene, Ahirete yakini de bunlar edinirler.
Onlar ki sana indirilene de, senden önce indirilmiş olanlara da inanırlar. Ve onlar ahireti de yakınen tanırlar.
Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar.
(O takvaa saahibleri ki Habîbim) onlar sana indirilene de, senden evvel indirilenlere de inanırlar. Âhirete ise onlar şübhesiz bir bilgi ve inan beslerler.
Yine onlar gerek sana ve gerekse senden önce indirilen kitaplara inanırlar ve Ahiretten hiç kuşku duymazlar.
أُوْلَٰٓئِكَ عَلَىٰ هُدٗى مِّن رَّبِّهِمۡۖ وَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡمُفۡلِحُونَ ٥
Bunlar işte Rab’lerindan bir hidayet üzerindedir ve bunlar işte bunlar o murada eren müflihin.
İşte onlar, rablarından bir hidayet üzeredirler ve işte onlar, felaha erenlerdir.
İşte onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.
İşte onlar Rablerinden (gelen) Hidâyetin tam üzerindedirler. Asıl muradlarına kavuşanlar da işte onlar.
İşte onlar Rabblerinden gelen hidayet yolundadırlar ve kurtuluşa erenlerdir.
إِنَّ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ سَوَآءٌ عَلَيۡهِمۡ ءَأَنذَرۡتَهُمۡ أَمۡ لَمۡ تُنذِرۡهُمۡ لَا يُؤۡمِنُونَ ٦
Amma o küfre saplananlar, ha inzar etmişin bunları ha etmemişin onlarca müsavidir, imana gelmezler.
Şüphesiz ki o küfretmiş olanları uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar.
Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir, inanmazlar.
Şu muhakkak ki küfr edenleri inzâr etsen de onlarca bir, kendilerini inzâr etmesen de inanmazlar.
Kâfirlere gelince onları uyarsan da uyarmasan da farketmez; onlar iman etmezler.
خَتَمَ ٱللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمۡ وَعَلَىٰ سَمۡعِهِمۡۖ وَعَلَىٰٓ أَبۡصَٰرِهِمۡ غِشَٰوَةٞۖ وَلَهُمۡ عَذَابٌ عَظِيمٞ ٧
Allah kalblerini ve kulaklarını mühürlemiş ve gözlerine bir perde inmiştir ve bunların hakkı azîm bir azaptır.
Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir perde vardır ve onlar için büyük bir azab vardır.
Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.
Allah onların kalblerine de, kulaklarına da mühür basmışdır. Gözlerinin üzerinde bir de perde var. En büyük azâb onlarındır.
Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir, onların gözlerinde perde vardır. Onları büyük bir azap beklemektedir.
وَمِنَ ٱلنَّاسِ مَن يَقُولُ ءَامَنَّا بِٱللَّهِ وَبِٱلۡيَوۡمِ ٱلۡأٓخِرِ وَمَا هُم بِمُؤۡمِنِينَ ٨
İnsanlar içinden kimisi de vardır ki Allah’a ve son güne iman ettik derler de mü'min değillerdir.
İnsanlardan öyleleri vardır ki inanmadıkları halde Allah'a ve ahiret gününe inandık, derler.
İnsanlardan, inanmadıkları hâlde, “Allah’a ve ahiret gününe inandık” diyenler de vardır.
İnsanlardan öyle kimseler vardır ki kendileri îman etmiş olmadıkları halde, «Allaha ve âhiret gününe inandık» derler. Halbuki onlar inanıcı (insan) lar değildir.
Kimi insanlar var ki; «Allah'a ve Ahiret gününe inandık» derler, ama aslında inanmamışlardır.
يُخَٰدِعُونَ ٱللَّهَ وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَمَا يَخۡدَعُونَ إِلَّآ أَنفُسَهُمۡ وَمَا يَشۡعُرُونَ ٩
Allah’ı ve mü'minleri aldatmağa çalışırlar, halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varamazlar.
Allah'ı da, iman edenleri de aldatmaya çalışırlar. Oysa kendilerinden başkasını aldatamazlar da, bunun farkında değiller.
Bunlar Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.
Allâhı da, îmân edenleri de (gûyâ) aldatırlar. Halbuki onlar kendilerinden başkasını aldatmazlar da yine farkına varmazlar.
Bunlar Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatıyorlar, ama bunun farkında değildirler.
فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٞ فَزَادَهُمُ ٱللَّهُ مَرَضٗاۖ وَلَهُمۡ عَذَابٌ أَلِيمُۢ بِمَا كَانُواْ يَكۡذِبُونَ ١٠
Kalblerinde bir maraz vardır da Allah marazlarını artırmıştır, ve yalancılık ettikleri için bunlara elîm bir azab vardır.
Kalblerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırdı. Yalan söylemekte olduklarından dolayı onlara elem verici bir azab vardır.
Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.
Kalblerinde bir maraz vardır onların. Allah da marazlarını artırdı. Yalan söylemekde oldukları için de onlara acıklı bir azâb vardır.
Onların kalplerinde hastalık vardır, Allah da bu hastalıklarını arttırmıştır, bu yalancılıkları yüzünden onları acı bir azab beklemektedir.