بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَلَئِنۡ أَخَّرۡنَا عَنۡهُمُ ٱلۡعَذَابَ إِلَىٰٓ أُمَّةٖ مَّعۡدُودَةٖ لَّيَقُولُنَّ مَا يَحۡبِسُهُۥٓۗ أَلَا يَوۡمَ يَأۡتِيهِمۡ لَيۡسَ مَصۡرُوفًا عَنۡهُمۡ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُواْ بِهِۦ يَسۡتَهۡزِءُونَ ٨
Ve eğer ilerideki sayılı bir müddete kadar kendilerinden azâbı tehir edersek o vakit de mutlak şöyle derler: onu ne menediyor? O, onlara geleceği gün kendilerinden çevrilecek değildir, ve o istihzâ ettikleri şey, kendilerini sarmış bulunacaktır.
Sayılı bir müddete kadar üzerlerinden azabı erteleyecek olsak mutlaka: Bunu alıkoyan da ne? derler. Dikkat edin, o geldiği gün, onlardan asla dönmeyecek, alaya aldıkları şey onları mahvedecektir.
Andolsun, biz onlardan azabı belirli bir süreye kadar geciktirsek, o zaman da mutlaka “Onu ne alıkoyuyor?” derler. İyi bilin ki, azap onlara geleceği gün, kendilerinden bir daha uzaklaştırılmaz ve alay etmekte oldukları şey, kendilerini çepeçevre kuşatmış olur.
Andolsun ki biz kendilerinden azabı sayılı bir müddete kadar gecikdirsek mutlakaa diyeceklerdir ki: «Bunu alıkoyan (sebeb) de ne»? Haberiniz olsun ki, o bunlara geleceği gün kendilerinden döndürülecek değildir. Eğlenceye alageldikleri şey (azâb) onları çepçevre kuşatacakdır.
Eğer onların azabını belirli bir sürenin sonuna ertelersek, 'Bu azabı bizden alıkoyan nedir?' derler. Haberleri olsun ki, azabımızla yüzyüze geldiklerinde onu hiç kimse başlarından savamaz, böylece alay konusu ettikleri akıbetin pençesine düşerler.