بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
إِنَّآ أَعۡتَدۡنَا لِلۡكَٰفِرِينَ سَلَٰسِلَاْ وَأَغۡلَٰلٗا وَسَعِيرًا ٤
Çünkü biz, kâfirler için, zincirler, tomruklar, bir de Seir hazırladık.
Gerçekten Biz; kafirler için zincirler, demir halkalar ve alevlendirilmiş bir ateş hazırladık.
Şüphesiz biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.
Hakıykat, biz kâfirler için zincirler, bukağılar, alevlendirilmiş bir ateş hazırladık.
Biz kafirler için zincirler, kelepçeler ve çılgın alevli cehennem hazırladık.
إِنَّ ٱلۡأَبۡرَارَ يَشۡرَبُونَ مِن كَأۡسٖ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُورًا ٥
Haberiniz olsun ebrar (hayır sabihi iyi insanlar) öyle dolgun bir kadehten içeceklerdir ki mizacı olmuştur kâfur.
Şüphesiz iyiler, kafur katılmış dolu bir kaseden içerler.
İyiler ise, katkısı kâfur olan içecekler dolu bir kadehten içerler.
Şübhe yok ki iyiler kâfuur katılmış dolu bir kadehden içerler.
İyiler kâfur karışımlı bir içeceği tastan içerler.
عَيۡنٗا يَشۡرَبُ بِهَا عِبَادُ ٱللَّهِ يُفَجِّرُونَهَا تَفۡجِيرٗا ٦
Bir çeşme, ondan Allah’ın kulları içer, güzel, yollar açarak akıtırlar onu akıtırlar.
Bu; yalnız Allah'ın kullarının, taşıra taşıra içebileceği bir pınardır.
Bir pınar ki Allah’ın kulları ondan içer, onu (istedikleri şekilde) fışkırtıp akıtırlar.
(O kâfuur) bir pınardır ki onu (ancak) Allahın (velî) kulları içerler. Onu (nereye isterlerse kolayca) akıtırlar, fışkırtırlar.
Bu Allah'ın iyi kullarının istedikleri yere akmasını sağlayarak içebilecekleri bir pınardır.
يُوفُونَ بِٱلنَّذۡرِ وَيَخَافُونَ يَوۡمٗا كَانَ شَرُّهُۥ مُسۡتَطِيرٗا ٧
Adaklarını yerine getirirler ve şerri salgın olan bir günden korkarlar.
Onlar; adağı yerine getirirler. Ve şerri yaygın olan bir günden korkarlar.
O kullar adaklarını yerine getirirler. Kötülüğü her yanı kuşatmış bir günden korkarlar.
(Onlar) adağını yerine getirirler (di), şerri yaygın (ve salgın) olan günden korkarlar (dı).
Onlar verdikleri sözleri tutarlar ve kötülüğü yaygın günden korkarlar.
وَيُطۡعِمُونَ ٱلطَّعَامَ عَلَىٰ حُبِّهِۦ مِسۡكِينٗا وَيَتِيمٗا وَأَسِيرًا ٨
Miskîne, yetîme, esire seve seve yemek yedirirler.
Onlar; yoksula, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler.
Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler.
(Yemeğe olan) sevgi (lerine ve iştihâlarına) rağmen yoksulu, yetimi, esîri doyururlar (dı).
Onlar içleri çektiği halde yemeklerini yoksullara, yetimlere ve tutsaklara yedirirler.
إِنَّمَا نُطۡعِمُكُمۡ لِوَجۡهِ ٱللَّهِ لَا نُرِيدُ مِنكُمۡ جَزَآءٗ وَلَا شُكُورًا ٩
Size ancak "livechillâh" itam ediyoruz, sizden ne bir karşılık isteriz ne de bir teşekkür.
Biz; sizi, ancak Allah rızası için doyuruyoruz. Sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz.
(Yedirdikleri kimselere şöyle derler:) “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.”
«Biz, size ancak Allahın yüzü (suyu) için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür istemeyiz»,
Yemek ikram ederken derler ki; «Biz size sırf Allah rızası için yemek veriyoruz. Sizden karşılık ya da teşekkür beklemiyoruz.»
إِنَّا نَخَافُ مِن رَّبِّنَا يَوۡمًا عَبُوسٗا قَمۡطَرِيرٗا ١٠
Çünkü biz Rabb’imizden korkarız, bir suratsız kara günden (derler).
Doğrusu Biz; suratları astırdıkça astıracak bir günde Rabbımızdan korkarız.
“Çünkü biz, asık suratlı, çetin bir günden (o günün azabından dolayı) Rabbimizden korkarız.”
«çünkü biz Rabbimizden, o burtarık suratlı çetin günden korkarız» (derlerdi).
Çünkü biz asık suratlı ve çetin bir günde Rabbimizden korkarız.
فَوَقَىٰهُمُ ٱللَّهُ شَرَّ ذَٰلِكَ ٱلۡيَوۡمِ وَلَقَّىٰهُمۡ نَضۡرَةٗ وَسُرُورٗا ١١
Allah da onları o günün şerrinden korur ve kendilerini bir parlaklıkla bir sürûre indirir.
Allah da onları, o günün şerrinden korumuştur. Ve onlara bir güzellik, bir sevinç vermiştir.
Allah da onları o günün kötülüğünden korur ve yüzlerine bir aydınlık ve içlerine bir sevinç verir.
İşte bundan dolayı Allah bu günün şerrinden onları korumuş, (yüzlerine) bir güzellik, (yüreklerine) bir sevine vermiş,
Allah da onları o günün kötülüğünden korur, yüzlerine parlaklık ve gönüllerine sevinç sunar.
وَجَزَىٰهُم بِمَا صَبَرُواْ جَنَّةٗ وَحَرِيرٗا ١٢
Ve sabırlarına mukabil onlara bir cennet ve bir harîr verir.
Sabretmelerine karşılık, onları cennet ve ipekle mükafatlandırmıştır.
Sabretmelerine karşılık da onları cennet ve ipek(ten giysiler) ile mükâfatlandırır.
sabretdiklerine mukaabil onları cennetle, ipekle mükâfâtlandırmışdır.
Sabretmelerinin karşılığında kendilerini cennetle ve ipekli elbiselerle ödüllendirir.
مُّتَّكِـِٔينَ فِيهَا عَلَى ٱلۡأَرَآئِكِۖ لَا يَرَوۡنَ فِيهَا شَمۡسٗا وَلَا زَمۡهَرِيرٗا ١٣
Orada erîkeler üzerine dayanmışlardır ne güneş görürler onlarda ne de zemherîr.
Orada tahtlara yaslanırlar, ne yakıcı sıcak ne de dondurucu soğuk görmezler.
Orada koltuklar üzerine kurulmuş olarak bulunurlar. Orada ne güneş (yakıcı sıcak) görürler, ne de dondurucu soğuk.
(Oraya girin) hepiniz, içinde tahtlar üzerine yaslama (bahtiyarlar) olarak, orada ne bir güneş, ne de bir zemheri görmeyerek,
Koltuklara kurulurlar. Orada ne yakıcı güneş, ne de dondurucu soğuk görürler.
وَدَانِيَةً عَلَيۡهِمۡ ظِلَٰلُهَا وَذُلِّلَتۡ قُطُوفُهَا تَذۡلِيلٗا ١٤
Üzerlerine o cennet gölgeleri sarkmış ve devşirimleri mebzûl mebzûl önlerine konmuştur.
Meyve ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış ve meyveleri de aşağı eğdirilmiştir.
Üzerlerine cennetin gölgeleri sarkmış, cennetin meyveleri (kolayca alınacak şekilde) yakınlaştırılarak hazırlanmıştır.
Ve gölgeleri onlara yakın, meyveleri de emirlerine (her an ve her suretle) boyun eğdirilmiş olarak.
Ağaçların gölgeleyici saçakları başlarına yakın alçaklıkta ve meyvalarının devşirilmesi son derece kolay olur.