بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
إِنَّا نَحۡنُ نَزَّلۡنَا ٱلذِّكۡرَ وَإِنَّا لَهُۥ لَحَٰفِظُونَ ٩
Şüphe yok o zikri biz indirdik biz, her halde biz onu muhafaza da edeceğiz.
Muhakkak ki Kur'an'ı Biz indirdik Biz. Onun koruyucusu da elbet Biziz.
Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.
Kur'ânı biz indirdik, biz. Onun koruyucuları da, şübhesiz ki, biziz.
Bu Kur'an'ı gerçekten biz indirdik ve onu koruyacak olan da biziz.
وَلَقَدۡ أَرۡسَلۡنَا مِن قَبۡلِكَ فِي شِيَعِ ٱلۡأَوَّلِينَ ١٠
Celâlim Hakk’ı için senden önce evvelkilerin şîaları içinde de Resuller gönderdik.
Andolsun ki; senden önce çeşitli milletler içinde de peygamberler göndermiştik.
Ey Muhammed! Andolsun, senden önceki topluluklara da peygamber gönderdik.
Andolsun, senden mukaddem (gelen) önceki ümmetler içinde de (peygamberler) göndermişizdir.
Ey Muhammed, biz senden önce de eskiden yaşamış çeşitli milletlere peygamberler göndermiştik.
وَمَا يَأۡتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا كَانُواْ بِهِۦ يَسۡتَهۡزِءُونَ ١١
Ve onlara hiç bir Resul gelmiyordu ki onunla istihza eder olmasınlar.
Onlara gelen her peygamberle alay ediyorlardı.
Onlar kendilerine gelen her peygamberle alay ediyorlardı.
Onlara her hangi bir peygamber gelmeye dursun ille onunla istihza (alay) ederlerdi.
Bu milletler, kendilerine gelen her peygamberi mutlaka alaya almışlardır.
كَذَٰلِكَ نَسۡلُكُهُۥ فِي قُلُوبِ ٱلۡمُجۡرِمِينَ ١٢
Biz ona mücrimlerin kalblerinde böyle bir sülûk veririz.
Biz, böylece onu suçluların kalbine sokarız.
Aynı şekilde (onların tutumlarına uygun olarak) biz onu suçluların kalbine sokarız.
Biz böylece o (istihzâyi) günahkârların kalblerine sokarız.
Biz böylece peygamberleri alaya alma huyunu günahkârların kalplerine aşılarız.
لَا يُؤۡمِنُونَ بِهِۦ وَقَدۡ خَلَتۡ سُنَّةُ ٱلۡأَوَّلِينَ ١٣
Ona iman etmezler, halbuki önlerinde evvelkilerin sünneti geçmiştir.
Kendilerinden öncekilerin uğradıkları ortada iken yine de ona inanmazlar
Önceki milletlerin (helâkine dair Allah’ın) kanunu geçmiş iken onlar buna (Kur’an’a) inanmazlar.
(Kendilerinden) evvelkilerin (İmansızlıkları ve istihzaları yüzünden ma'ruz kaldıkları felâketler ma'lûm iken ve o gibiler hakkında ilâhî bir) sünnet (ve kanun) da geçmişken yine onlar buna (bu Kur'ana, bu peygambere) inanmazlar.
Onlar Kur'an'a inanmazlar. Oysa daha önceki yoldaşları hakkında ilahi kanun işlemişti.
وَلَوۡ فَتَحۡنَا عَلَيۡهِم بَابٗا مِّنَ ٱلسَّمَآءِ فَظَلُّواْ فِيهِ يَعۡرُجُونَ ١٤
Üzerlerine Semâ’dan bir kapı açsak da orada urûc ediyor olsalar, diyeceklerdi ki her halde gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyüye tutulmuş bir kavmiz.
Onlara gökten bir kapı açsak da çıkmaya koyulsalardı;
(14-15) Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıkmaya koyulsalar, yine “Gözlerimiz döndürüldü, biz herhâlde büyülenmiş bir toplumuz” derlerdi.
(14-15) Onlara gökden bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar (o zaman da) muhakkak ki: «Gözlerimiz (bir serhoş gözü gibi) döndürülmüşdür. Belki de biz büyülenmişler zümresiyiz» diyeceklerdir.
Eğer onlara bir kapı açsak da göğe çıkmaya koyulsalar.
لَقَالُوٓاْ إِنَّمَا سُكِّرَتۡ أَبۡصَٰرُنَا بَلۡ نَحۡنُ قَوۡمٞ مَّسۡحُورُونَ ١٥
Üzerlerine Semâ’dan bir kapı açsak da orada urûc ediyor olsalar, diyeceklerdi ki her halde gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyüye tutulmuş bir kavmiz.
Gözlerimiz döndü, biz herhalde büyülendik, derlerdi.
(14-15) Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıkmaya koyulsalar, yine “Gözlerimiz döndürüldü, biz herhâlde büyülenmiş bir toplumuz” derlerdi.
(14-15) Onlara gökden bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar (o zaman da) muhakkak ki: «Gözlerimiz (bir serhoş gözü gibi) döndürülmüşdür. Belki de biz büyülenmişler zümresiyiz» diyeceklerdir.
«Gözlerimiz hayal görüyor, herhalde birileri bize büyü yaptı,» derler.
وَلَقَدۡ جَعَلۡنَا فِي ٱلسَّمَآءِ بُرُوجٗا وَزَيَّنَّٰهَا لِلنَّٰظِرِينَ ١٦
Şanım Hakk’ı için biz Semâ’da burclar yaptık ve onu ehli nazar için tezyin eyledik.
Andolsun ki; Biz, gökte burçlar yaptık ve onları bakanlar için donattık.
Andolsun, biz gökte burçlar yaptık ve onu, bakanlar için süsledik.
Andolsun, biz gökde burçlar yapmış, onları (ibretle) temâşâ edenler için süslenmişizdir.
Gökte takım yıldızlar (ya da yörüngeler) yarattık ve onları gözetleyenler için çeşitli güzellikler ile donattık.
وَحَفِظۡنَٰهَا مِن كُلِّ شَيۡطَٰنٖ رَّجِيمٍ ١٧
Hem onu taşlanan bütün şeytanlardan hıfz ettik.
Ve onları kovulmuş her şeytandan koruduk.
Onu kovulmuş her şeytandan koruduk.
Biz onları taşlanan (sürülen, koğulan) her şeytandan koruduk.
Göğü bütün kovulmuş şeytanlardan koruduk.
إِلَّا مَنِ ٱسۡتَرَقَ ٱلسَّمۡعَ فَأَتۡبَعَهُۥ شِهَابٞ مُّبِينٞ ١٨
Ancak kulak hırsızlığı eden olur, onu da parlak bir şihab takip etmektedir.
Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa; apaçık görülen bir ateş onu kovalar.
Ancak kulak hırsızlığı eden olursa, onu da parlak bir ateş takip etmektedir.
Ancak kulak hırsızlığı eden (şeytan) vardır ki onun ardına da (bakanların) apaçık (gördüğü) bir ateş parçası düşmekdedir.
Ancak kulak hırsızlığına yeltenen bir şeytan olursa onu parlak ışıklı bir kayan yıldız kovalar.
وَٱلۡأَرۡضَ مَدَدۡنَٰهَا وَأَلۡقَيۡنَا فِيهَا رَوَٰسِيَ وَأَنۢبَتۡنَا فِيهَا مِن كُلِّ شَيۡءٖ مَّوۡزُونٖ ١٩
Arzı meddettik ve ona ağır baskılar bıraktık ve onda mevzun her şeyden bitirdik.
Yeri de döşeyip yaydık. Oraya sabit dağlar yerleştirdik. Ve orada her şeyden ölçülü olarak yetiştirdik.
Yeri de yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi bitirdik.
Yeri de (döşeyib) yaydık. Onda sabit dağlar (yaratıb) koyduk, oralarda (hikmet ve maslahatla) ölçülmüş her şeyden (münâsib) nebatlar bitirdik.
Yerin alanını geniş yaptık, oraya sabit dağlar serpiştirdik ve orada belirli bir ölçü uyarınca her bitkiyi bitirdik.